kasaba


Kasabanın varolduğundan beri kim bilir kaçıncı puslu son baharı
O apartmanın 3. Katında
Evin bir ucunda birimiz pencereden kilisenin bahçesine doğru
Diğerimiz arka balkondan apartmanların dar avlusundaki
‘kim bilir hangi boşluğa’ bakıyor.

Şangır şungur yağmurlar indiriyor
Pencereler açık
Ters rüzgar içerde, yağmur da öyle.

Tedirgin bir mutluluk veya
Huzurlu bir mutsuzluk var kasabanın yüzünde.

Kimi sokaklar ve kimi son baharlar hiç peşini bırakmıyor insanın...

Zamanın garip bir yırtığında duruyor kasaba;
Her gece altı üstüne gelen şehrin bir kıtasında
Bir boğazın kapısına kıyılanmış, burunlanmış anılarımız
Bir güzel duruyor.

İçimizde bir sıkıntı var ama hep havalara yoruyoruz,
Boğazın akıntılarına,
Biraz daha güneş batırıyoruz bulutların izin verdiği kızıllıkta
Denizden gündüzü yalayan bir rüzgar esiyor güneş gidince
Sahilin çimleri bir nem salıyor
Üşüyoruz.

Günün tam bitmemişliği
Ve gecenin tam başlamamışlığı arasında bir rahatsızlık vuku buluyor
Bu vakit geçince havanın karanlığı iyice çöküp,
Akşam üzerinin sisini basıyor
Bir yanımızda kedi, diğer yanımızda köpek çetesi parkta
Oturuyoruz.

İlerideki duvarlar yakın kılıyor kendini,
Puslu gece girip çıkıyor vücutlarımıza sessizce
Bir sessizliği okuyoruz o geceye.

Trafoya tırmanıyoruz sırayla
Ve bir mahallenin
Tüm elektriğiyle yıldızlarına aynı anda çarpılıyoruz.

Devam ediyoruz
Gecenin nehrinde kürek çekmeye
Çünkü o gece de bitecek
Ve o hava aydınlanacak
Ve bir uykunun pençesine düşülecek
Ve yorgunluk ve baygınlık
Hiçbirşeyin uykuyu bölmesine izin vermeyecek

Bir son bahar daha bitmeyecek kimi sabahları akşamüstleriyle karıştırmadan.

Herkesin gözünde aynıydı kasaba
Ve herkes kendinde başka yaşadı kasabayı
Olmayan bir yerlerin ışıkları geçti evlerin içinden günde birkaç kere
Bir de kedilerle köpekler...
Onlar bilirdi isimlerini.

Şiirli hatıraları kaldı şimdi herşeyin
Günlerin kokusuyla birlikte gelen
Sessizliği ağır, sessizliği acı masalarda can çekişmiş muhabbetlerin.

Herkes ayrı zamanlarda  terketmek zorunda kaldı kasabayı
Herkes bir garip küskün ayrıldı

Ilık diyarlara tükürdü kasaba hepimizi.

ek


Uzun bir masada oturdum
Kırmızı rugan sandalyeleri vardı
Günler bir ırmak sesinde aktı

Kendimi aştım
Dışardan baktım
Ama bir daha içeriyi bulamadım

Yersiz kahkahalar attım

Yalnız kalmak  -bunca yıla ve yola rağmen
Tek gitmek, tek uyumak, uyanmak, koklamak
Tek yemek, tek pişirmek, tek karar almak, karar vermek

Tekinsiz bir cazibe katıyor insana.

Karşındakinin yüzünde
Herhangi biri olduğunun kesinliği
İle
Belki tek olan olabileceğinin zavallı umudu.

Uzun bir masanın her yanına oturdum
Kırmızı rugan sandalyeleri vardı
Ay suda doldu
Geceler bir ırmak sesinde aktı

Bazen başka bir tekdüzeliği merak ettim

Birikmiş acılarla oynamayı değil
Bu sefer daha iyi bir şeyleri denedim.

dağ-kaya




Büyük bir kayanın
Küçük bir dağın içindeyim.

Kenarından dolaştım
Üstüne tırmandım, çıktım, indim
Dağ-kayadan.

Bir yamacı adımlayarak etrafına dolanırken
Onu oyup içinden akan
Ve aktıkça beyazlatan yağmurların
Bir zamanlar birer şimşek olduğunu gördüm.

Yamacının eteğinden yüzlerce basamağa adım attım
Kim bilir kaçıncıda unuttum niyetimi.

Yukarı çıktıkça yankılanan bir görkemle seriliyordu aşağıda
Dağlar ve bulutlarla sonlanan diyarlara değin
Göle serpilmiş adacıklar ve yarımadacıklar yemyeşil,
Birkaç basamakta bir sessizliğin tonu değişiyordu.

Yukarısı göğün insanlara göre bir seviyesi değildi
Koca kara kuşlar kanatlıyordu göğü
Ve bulduğu herşeyi kamçılıyordu rüzgar
Dönen başımı alıp
Merdivenlere sığındım.

İçinden inerken; keskin soluyarak
Dağ-kayaya dokundukça
Dokusundan sızan suyla ıslandı parmaklarım
Yosunları yaşadım, gölgede kaldım, nemi kokladım
Oyuğunu soludum dağ-kayanın
Eski rüyaları anımsadım.

İçine girdim, arkama aldım dağ-kayayı
Sırtıma yükledim
Güvenli, kaba ve gittikçe zehre dönüşen
Bir sarılışı vardı küf kokulu yarığının.

Merdivenlerin arasında durdum inen ve çıkan
Dağınık
Zigzaglar yapan ve labirentlere dönüşen.

Kaybolamadım.
Makul bir seviyeye indirdim kendimi.

Koca ve tek bir okaliptüs ağacının
Rüzgarı kesişini dinledim

Acıklı bir erotizmi vardı

Göle dağılmış yarı adacıkların
Sesi hiç yerde yok eden
Rastgele, kuvvetli sessizliğinin ortasında

Şarkı söylerken dağ-kayanın kıyısında
Umutsuzca.

sırmak



Gözünü açtığında bulutların üzerinde, kayaların kıyısından ilerlemekteydi
Şaşırmadı
Artık emindi evinin çok yükseklerde bir yerlerde olduğuna.

Yanında, yamaç aşağısına doğru çayırlar  -ama ne deli yeşil çayırlar
İniyor
Ve bulutlar altında kayboluyordu.

Sonsuzluk işte buydu, burasıydı;
Sonunu göremeyeceği, bilemeyeceği kadarıydı.

Uykuyla uyanıklık arasında
Her yol kıvrımı ardında birkaç güneş daha doğdu ilerlerken
Ve yeşil canlılar garip bir salınışla atıyordu çiyleri
Üzerlerinden.

Ulaştığı yer
Bir ırmağın kıyısıydı;
Etrafına ufak bir orman sardığı
Koca bir şehrin göbeğinde akan

Suyunu
Gecelerin yoran rüyaları
Sabahların dingin ilk ışıkları
Ve yeri titreten gökgürültülerinin suladığı.

Yüzü kendine yansıdı
Bir görüş zamanıydı

Gövdesi yosun tutmuş,
Yaprakları ve meyveleri çürümeye yüz tutmuş
Bir limon ağacının gölgesinde

İki kendi gözgöze geldiğinde.

delta


/

Ben
Buraya gelirken
Kendimi de getirdim.

Bir kumsalın ırmakla birleştiği garip akıntılara yürüdüm.

Sonu olmayan bir sahilde
Hava geç ve uzun kızarırken
Sessizliğin ufku gittikçe uzaklaştı.

Kendimin birazını akıntılara döktüm.

Hava morarırken geri döndüm.
Ait olmamanın, hep başka sokakları yürümenin,
Kestirme yolları bilecek kadar uzun kalmamanın bir yerde
Yorgunluğuyla.

Kumlarda sular garip çekiliyordu.

Mümkün olmuyordu düzenli bir sükun.
Sulayıp çiçek açtırmıyordum bitkileri
Uzun zamandır.
Kedilerle konuşmuyor
Ve aslında konuşmuyordum pek.

Sesimi saklıyordum içerde
Cümlelerimin, düşüncelerimin sesini.

Artık çok yükselemiyordum ama çok sağlam bi düştüm.

Başkalarının gözünden gördüm kendimi, çarptım, ezdim,
Darmadağın ettim.
Ve sonra değişmiş olmayı diledim.

Ama neye olduğunu pek düşünmemiştim.




//

Bir öğlenin sonra gölgelerini yüklerken tok bulutlar
Ormanda bir patikayı
Tırmandım.

Korktum.
Ve kızdım
Yalnızlığıma.

O sırada
Tam tepede beyazlar giymiş birkaç yerliyle karşılaştım
Gölgeye geçmeden güneşle vedalaşıyorlardı.

Korkularımın yersizliği
Aşağılar bir bakış fırlattı suratıma.

Yamacı indim.

Kara bir daireyle ırmağa bıraktım kendimi.

Bazen başıboş aktım
Kimi zaman akıntılarla kenarlardaki dallara sürüklendim.
Kayaları sezdim.

Ve yalnız akmanın ne kadar suyun elinde olduğunu kabullendim.

Kendimin birazını daha akıntılara döktüm.

Hiç görmediğim koca gövdeli ve çok uzun ağaçlar gördüm
Tepelerinde birer balon gibi yeşil uzantılarıyla
Diğerlerinden farklı duruyorlardı hayata.

Zaten başka çarem yoktu
O yüzden sadece
Sürüklendim..

Zamanın henüz daha ıslanmayan ırmağının
Denizle kavuştuğu
Ve güneşin mosmor kızardığı dünün ağzında
Sakince
Irmağın kumsalla birleştiği o kıyıya vurdum.

heyelan 3


Sonra kayboldum.

Sadece buramda
Ve belki az önce geçmiş olmuş bir şimdide varolabildim.

Saçma azarlar işitir buldum kendimi kendimden.

Sözcükler her şeyin yerini doldursa da
Oturup harfleri birbirine yapıştırır
Boyut katmaya çalışır buldum kelimelere kendimi.

Bir düş
Dinleyen anlamadığında mı yitirir manasını
Yoksa düşün kurucusu mudur
Tüm manayı elinde tutan.

Acaba bir düş
Kimse onu kurmadan
Başıboş

Nasıldır
?

heyelan 2


Emanet gibi duruyordu hayattan zevk almaya çalışmak;
Üzerime yakışmıyordu sanki.

Koca bir dinginliğe atlamak
Daha çok susmak
Yağmurları ve mevsimleri durdurmak istedim.

Bir uyku bulutunun düşsüzlüğüne gömüldüm.
Bir an için bir bulutun umursamaz tutarsızlığını
Hiçe saydım.

Gölgem uzadı.
Başım kayboldu.

Zamanın kendisi değil
Kendi’nin etkisi acımasızmış
Bunu anladım.

heyelan 1


Bir sinek ısırmıyor
Adeta etinden et koparıyor.

Onu da sessiz ve öfkesiz karşılıyorsun.
Geçiştirebiliyorsun tüm sıkıntıları.

Ne zaman biteceğini sormuyorsun artık
Sadece dengeleneceği zamanı bekliyorsun.
Çoğunlukla bekleyişinde kaybolup,
Unutarak.

Karşılaştığın yeni şeyleri anlamaya çalışırken
Eskinin koyu deneyimleri
Olduğundan farklı resimlerini çiziyor şimdinin sana
Aslında.

Hiçbir şeyi onun olduğu gibi göremiyorsun
Kendi gözünden başka.

Bir şeyleri düzeltiyor olduğun hissi
Şefkatli bir görkemle kucaklıyor seni
Evet ama, gerçekten, cidden işin özünde
Neyi?

Hayvansı güdüler büyüyor içinde
İletişimler, temaslar, konuşmalar, tavırlar, her hareket
Başka bir öyküyü,

Geçmişin yaşanıp bitmemişliğini
Ve
Geleceğin olasılıklarını sezdiriyor sana.

Hep bahsi geçen şimdi,
Tek olamayacak kadar tehlike ve tanım altında.

Sakince,
Ortak bir yokoluşu soluyoruz bir arada.

Ayrılış


Bu sabah
Bir insan gibi ağladım
Mutluluğumdan.

Sıkıca sarıldım, öptüm ve yüzüne bakıp sarstım kendimi.

Aylar önce, bir akşam karanlığında gökten ulaştığım bir şehir vardı
O akşamın karanlığı bile benim içimdeki karanlığın yanında aydınlıktı.

Geldiğimde
Geçmişin gölgesi kesiyordu herşeyi
Ve ben çığlık çığlığa bir çocuk, kahrolmuş bir kadın,
Ömrüm boyunca vurulduğum zincirler
Ve bile bile yürüdüğüm intiharımın ipleri elimde gelmiştim.

Öyle güçsüzdüm ki ölsem yeriydi
Ama geldiğim yerde öldürmez, süründürürlerdi.

Sakat bir kadındım ben
Dokunsan haykırırdım
Gözlerim birer nefret deniziydi, bakan taş kesilirdi.

Sırtımda eğri bir ağırlığı vardı
Bana ait olmayan bir yükün.

İstemiyordum bunların hiçbirini.
Ne olacağını kestiremesem de
Sevebilmeyi beceremeyecek olsam da
En azından içimde yanan bu nefretin közleri sönsün istiyordum.

Kendisine sıkıştırılmış ve namı kötü yayılmış
Ama yine de sakin kalmış,
Nefretlerini beslememiş, kinlerini büyütmemiş
Esmer çocuklar kucakladı beni
Başka diyarların çocukları nasıl taşladılarsa.

Unutturuldukları geçmişlerinin asaleti yanıyordu gözlerinde
Öfkenin ve kinin acıdan başka bir şey yaymayan ateşinden öte.

Kıyılara bakıyorum şimdi aylar sonra oradan uzaklaşırken gökten
Dalgaların kilometrelerce oyduğu diplerini görüyorum suyun.
Kendime bakıyorum şimdi
Saklamaya gerek duyduğum bir masumiyet yok artık.

Suyun altındaki kayalar kadar güçlüyüm.

Ömür zaten koyu bir ağıt
Ölümün yolu üzerinde.
Ve savaşmayı değil
Yaşamayı tercih ettiğim için
Gurur duyuyorum kendimle.

Dışardan


Gördüğüm o ki
Acılara aşina ömürler tüketmişiz.
Özgürlük ellerimizde, geleceğimizde sanırken
Hepten tutsak edilmişiz.

Bilmemişiz başka gerçeklikleri
Hep bir savaş hep bir göç varmış etrafta
Yalan ve talan elele yürüyormuş yanımızda
Korkuymuş kemiren içimizi.

Biz güneşin doğuşuna ve batışına
Yani çağlayan her yeni güne
Sadece olduğu gibi hiç bakamamışız.

Medeniyetin sütunu kaldırıldığından beri ilk kez ayağa,

Atıldığından ve sayıldığından beri demokrasinin midyeleri
-sadece erkekler tarafından-

Afrodit’in sırf güzelliğine dayanamadıklarından
Asırlardır içine girip çıkma hakkı bulduklarından kendilerinde,

Tek kere barışın nefesini soluyamamış topraklarda
Özgürlüğü aramak ve barıştan bahsetmekmiş
Hatamız.

Darbelerin ertesi şafağında döllenmiş bir kuşak
Ve çoğunun gizli adı deniz konmuş çocuklarmışız.

Karanlıkta tohumlanmış
Nice fırtınalara dayanmış
Dibine düşen meyvelerinden koca gövdelere tamamlanmış
Zeytinlermişiz biz.

Ve her ne kadar köklerimizden sökseler de
Beyaz güvercinler taşıyormuş dallarımızı ve tohumlarımızı
Hep başka diyarlara.

Gül


Bilmiyorduk dünyaya az biraz güzellik saçmanın
Bir gün koca günahlar sayılacağını
Ve kalkıp o aşkla tenimizi morartacaklarını.

Bilmiyorduk şarkıların böyle acıtacağını.

Bilmiyorduk o sesleri çıkardığımız
İnce tahtaların, tellerin, yayların
Bir gün birilerinin elinde silaha dönüşüp
Canımızı yakacağını.

Güzel kızların, masum kızların yaralarında kanıyor özgürlük.
Ve bil ki
Senin canın yandıkça benimki de yanıyor.

Ama onlar da biliyor ki,
Biz ölmediğimiz sürece
Biz yaşadığımız sürece
Her zaman ve hep daha yüksek sesle
Ve gittikçe daha kalabalık
Söyleyeceğiz barışın ve sevginin en güzel tınılarını.

Korkuları bu yüzdendir;
Onların elinde bir silaha dönüşen bir alet
Bizim ellerimizde her zaman söyleyecek şarkılarını.

Dilerim hiç vazgeçmesin ve daha yüksek ses versin
Yankılansın, yayılsın, dillensin, dinlensin
Ufukları aşsın ve her yere ulaşsın
Acılarımız, yaralarımız
Birilerinin umudu olsun.

Dilerim onların şiddeti
Bizim ellerimizde, sözlerimizde özgürlüğe dönüşsün
Ve başka insanların geleceğinin gülümseyişleri olsun.

En çok bizden korkuyorlar evet
Senden ve benden
Şarkılardan, şiirlerden, gülüşlerden korkuyorlar
Kadınlardan, kızlardan, doğurandan ve değiştirmeye en muktedir olanlardan
En güçlerinin yetebildiğinden korkuyorlar bir yumrukla
Ve en güçlerinin yetmeyeceği
Seslerimizden, sözlerimizden, varlıklarımızdan aynı zamanda.

Biliyorlar ki en çok bizim gücümüz var özgürlüğü anlatmaya.
Bizimle yaşayacak ancak bizimle son bulmayacak
Ama bizimle gittikçe daha da çoğalacak bir düşün bu.

Ve Kaf Dağı’nı aşmamız gerekse de
Yanmamız, dövülmemiz, kanamamız gerekse de yaşayacağız.
Ve susmayacağız.

Yaralarımızda yeşeriyor özgürlüğün umutları, unutma.

Kelebek


Bir gün çok içtik, çok eğlendik, çok yükseldik.
Sonra ben yere düşmüş, kafamı çarpmışım.
Beni bir kenara koymuşlar, uyumuşum.
Onlar dansetmeye devam etmişler yıldızlarla
Üzerime aynı yıldızları örtü diye örtmüşler.

Sabah uyandım, pırıl pırıldı gün, hava su ışıl ışıldı.
Ama herkes uyanmaya başladığında hayat bir garipti.
Hepsinin yüzünde bir kızgınlık, bir öfke, kötü bir şey vardı.

Ortada bir yanlış vardı.

Kimse birbiriyle konuşmuyordu
Ve kimse benimle.
Kızların yüzünde hüzünle dökülen bakışlar
Erkeklerin gözlerinde bir isimsiz öfke vardı.

Teker teker yapıştım hepsine sordum
‘Ben miyim sorun’ diye
‘Değilsin’ dediler ve yüzlerini çevirdiler.

Çok ısrar ettim, öyle çok ısrar ettim ki
Gözleri kızgınlıktan haykıran bir tanesi şöyle dedi

‘Sen uyurken sana dokunduğunu gördük birinin’

Hemen haysiyetsizi itmişler,
Baygın beni daha bir kenara çekmişler
Ama o koyu öfke tutamaz kendini;
Bir de arkadaşlarım birbirine girmişler.

Baktım ki ortalık yandı yanacak bu sinirden
‘Boşverin, en azından uyuyordum, ben hatırlamıyorum’ dedim
Gözlerimi, küfürlerimi  denize terkettim.

Kızgınlıktan sözleri kesilmeye başlayınca birinin
Gitmiş ve daha üstlerden biriyle konuşmuş
‘Bak’ demiş
‘Yerinde böyle şeyler oluyor, bunlar iyi değil, güzel değil’ demiş.

Üst beni çağırdı yanına
‘Bir şeyler geldi kulağıma’ dedi ‘hoş olmayan şeyler’
‘Sonra ben herkese sordum iyice araştırdım’ dedi
‘Öyle bir şey hiç olmamış
Öyle bir şey yok’ dedi.

Kafamı sola çevirdim
Karanlık odasının o ufacık dünyasının sıkışık penceresinden
O uçsuz bucaksız
Naif ve haşarı
Pırıl pırıl suya baktım.
Sözleri kulaklarımda yankılandı.

Bir şey söylemedim.
Gözlerime denizi yapıştırdım.
Odasından çıktım.

Ne üzerimde pis dokunuşları vardı hasta bir sapığın
Ne aklımda reddeden sözleri bir diğerinin.

Benim aklım da ruhum da hepsinden öteydi.

Ama arkadaşlarıma şöyle demek isterdim
‘Öfkelenme, kızma,
Biz de verebiliriz ona karşılığını
Biz de gösterebiliriz hatasını’

Diyemedim.

Nasıl anlatılırdı
Uzantısını gururu yapmış,
Gözleri bir insanı değil,
Bir kadını, bir kızı değil,
Irmakları, bulutları, kumları değil
Sadece etraftaki delikleri gören bir erkeğe
O deliklerin sahibinin de bir insan olduğu
Bir insanın tenine, etine
İstemediği takdirde dokunulamayacak olduğu.

Nasıl anlatılmalıydı bir insana
Başka bir insanın da
Bir insan olduğu.

Ve hafızamda bir gözleri kaldı arkadaşlarımın
Bir de o reddedişin mavi denizi.

Ama biliyorum ki hiçbir su temizleyemeyecek
Alıp götürmeyecek
Bu berbat, bu korkunç
Bu dünyanın her yerinde
Bu dünyanın pek çok kadının, kızının
Her gün başına gelenleri.

gün/dün



Acının ve hüznün
Döllerinden
Masumca
Doğuyor
Öfke.

Günlerin sonunda güneş batmıyor, kaymıyor, kaçmıyor,
Biz dönüp gidiyoruz
Ama yüzümüz ona bakakalıyor her akşamın başında.

Önce yanmış
Sonra sönmüş ve yeşillenmiş bir dünyadasın unutma
Ve gittikçe kuruyup toza döneceksin sonunda.

umutsu



Bazen kayboluyorum biliyor musun
Boşlukta bir yerlerden düşüyorum
Bir boşluk oluyorum.

Sonra boş bir havuzun kenarına ulaşıyorum
Kuşların yuvaları var
Ve sarı kızıl uçuyorlar.

İçimde bir umutla duruyorum.

Bir hikayeye başlıyorum
Ama hikaye kendini gidemiyor.
Bir hikaye istiyorum
-mış’ olacakken
-mış gibi’ de kalıyor.

Göğe bulutlar toplanıyor
Bulutlar havuza doluyor.
Sonra çocuklar geliyor
Kahkahaları havuza giriyor.

Aklıma gülemeyen çocukların sesleri geliyor
İçimin orası hiç iyileşmiyor.

Güneş batışları bulutlardan başka bir yerlerin varlığını yansıtıyor.

Havuzun suyu gün geçtikçe koyulaşıyor
İçimdeki umutlar koyulaşan sularla sönüyor
Kuşlar yükselen duvarlarla evlerinden oluyor
Onlar gidince sesleri de gidiyor.

Umutsuzluğun derinini bildikçe
Umut artık edilmiyor.

geçiş


Artık hiçbir şey aynı değil.

Senin saatin bir akşamı çaldığında
Benimki daha öğlene uzanan bir akrep
Ve toprak aynı olmadığı gibi
Pişme süresi de aynı değil bir kap yemeğin,
Köpekler bile bir farklı,
Hele bulutlar…

Artık ben aynı ben değilim ve sen aynı sen.

Gittim.

Aramıza mesafeler girdi
Ve sözcükler;
Sana benim ömrümü okutan
Tanımadığın, dinlemediğin insanları
Ve kendini bir daha düşündüren.

Senin üzerinden çok karanlıklar geçti
Biliyorum. Gördüm.
Ve benim üzerimdeki karanlığın çoğu geçti
Sen de bunu gördün.

Bir yerlerde, bambaşka bir mutluluğun
Yeşerebileceğini anımsattım sana.

Düşlerimde gördüm,
Odamın kapısına astığım sapsarı tüyler
Bir kartpostala dönüştü ardına kumsalı alıp
Ve uzak rüzgarlara saldı kendini.

Her yerlerde
Akşamlar öyle bir iç çekiyordu ki kararırken
Güneş sulara mı eriyor, bulutlara mı
Kimse anlamıyordu.

Geceleri sessizdi, yağmurlar yağdı,
Bilmediği bir mevsim tanımaya başladı hayatım
Uyumadım,
Sabahlara dek hiç duymadığım yağmurlar dinledim.

Korkmaya başladım;
Geçmişin gittikçe daha da geçmesinden,
Unutmaktan
Ve sonunda kaybolmaktan.

-Hatıraları kayboldukça kim olur bir ben

Zor bir yolu seçtim,
Bir çeşit deliliği,
Bilmediğim dillerde susmayı,
Ve koca bir sessizliği haykırmayı seçtim.

Buydu beklentim;
İşte böyle dökülmeye başladı
İçim.

herşey yolunda


Hayat sanırım koca bir umut, hayal ve azim etme işi diye düşündü. Yatağında gerindi. Uzanıp yorganı biraz çekti, altından çıkan kağıtların arasında kalemini ve defterini aldı. Biraz dikleşerek, olduğu yerde birşeyler yazmaya başladı.
Hayatı olması gerektiği gibiydi aslında. Yatağında bir adama yer yoktu.
Ve yatağında bunca sözcüğü, bunca kalabalığı taşıyabilecek bir adam yoktu.
Sabahın karanlığını, kuşların uyanışını, alacakaranlığı, ışığın tam öncesini, huzurla, en kendisi gibi dinledi.

Dört Atlı


Islak kumlarda ihtişamlı bahçeler kurduk beraberce
Dalgalar onları içine alınca, yıkınca;
Üzülmedik, küsmedik.
Bu sefer ağaç dallarından midyelerden ufak evrenler yarattık
Yağmur bastırınca korkmadık, sadece altında da kalmadık
İçine daldık.
Ve sular doldurunca bahçeleri, çamurlar kaplayınca evrenlerimizi
Kuruyalım diye ateşler yaktık
Ne tatlı ısındık önceleri,
Ve nasıl kontrolden çıktı
İkimizi de yaktı sonunda alevleri.

Küllerde,
Hatıralarda
Yıkılmış kum bahçeler, çamur evrenler, bir de yanıklar kaldı.

Sonra ne oldu biliyor musun
Yaş aldık dünyada.
Koca, hüzünlü yüzleri açıldı pişmanlıkların
Bütün o kötü sözler bambaşka anlamlar kazandı
Süzülüp dudaklardan haykıran
Ve bir de o kırgın gözlerden.

Beceremedim doğru düzgün ayrılmayı hiçbirinizden
Yine de çok iyi beceriyorum
Ayrı ayrı ve öyle güzel sevmeyi sizi,
Tüm bu sonsuzlukta;
İçimden.

İlişkiler


Bir insanın
Bir çiçeği sevdiği için koparması ve
Bir kap suda acilen soldurması gibiydi
İlişkiler.

Nasıl bir güzellikse ondaki,
Seni ele geçiren,
Yanında götürmek istiyordun
Cesedini.

Kişi



Kaybettiğin şey aşktı aşkı bulmuşken
Bir insanda bir kişide değildi o
Öyle bir şey değildi artık.

Bir gülümsemede vuku bulurdu; kimin gülümsediğinden bağımsız
Bir köpek kuyruğunu sallardı ya da bir kuş kanat çırpardı
Sanki senİn içinde bir orman dalgalanırdı
Denizin dalgaları çocukların kahkahalarını çağrıştırırdı

O vakit anladın tanrının bulutlarda oturan sakallı bir adam olmadığını.

Seni de korkutmuşlardı cezalandırılacağınla
İnsan en çok bilmediklerinden korkar ya aslında,
Cezalarının ne olacağından pek açık söz edilmezdi
Çünkü herkesin en derin cehennemi kendisiydi.

Eğer düşmeseydik cennetten,
Belki bunca yıldız ışıldamaz ve geri çağırmazdı seni geceleri gökten.

Ve eğer düştüysek cennetten
Herkesin bir gün dönüp, yıldızının tozlarını süpüreceği uzun bir gecesi olmalıydı.

How


2011
One day they banned the words
That day everybody flooded the streets
The crowd was fluid
Shaped on a long long street
And flowed for not leaving their words.

In time
One by one, they began to cover with plain concrete all beautiful buildings
All colourful intricacy of cultures
That come from old of time, that have shades of history in each curve
That astonish, puzzle, duzzle
And started building numb structures that dare to challenge skies
To every place they find.

One night, songs were banned on the street where I lived
They tried to frogmarch a boy playing guitar on my street
I told the men in blue to ‘stop’
Yet it went from bad to worse
My legs, my back, my wrists got bruised.

And I wondered if every girl has friends like mine
Who dare say “don’t treat her that way”
And risk being taken into custody
While men in blue crushed car door on her legs.
And I wondered if every girl has a lawyer father
That she can call from the station at 5am.
And I wondered if every single girl needed a man
To survive.

But that didn't make sense.

Humanity was a wound which bled over and over again
And which was stuck so deep inside.

I wondered
In which dark hole was their conscience hidden
Of the doctor who wrote “no bruise”
When my body was purple all over
Or of the man in blue who kicked me
And watched  my body at doctor control
By opening the curtain
With a disgusting smile on this face.

They rapidly pressed charges
To the boy who was playing guitar,
To me who was trying to protect him
And to my friends who were trying to protect me,
By resisting the men in blue and destroying the peace of the public.

Just another unimportant, never ending file to grow the fear from his majesty.

And I never saw the men in blue from that night in court again
Different boys in blue were standing before me, young, their souls empty.


2012
When I went out to streets
When I was watching the sky at a park or at a seaside
Men in blue always showed up next to me
Or when there were friends with me, next to us.
They checked our ID’s and history,
They checked if the boys are draft-dodgers
They checked us,
They looked and looked and looked at me
They never touched me again
But they always looked.

One night my doorbell rang
Men in blue showed up with diffenrent news this time
My home, my jungle with my lovely cats
Was a house of sins where green smokes and shameless laughters came;
A whore house with drugs.
Not because of fear but out of disgust
I smiled and released them on their own track
Along with all their threats.

Then I packed my life into my bags
And moved to the shrubs and turquise waters of south.


2013
Most of country's youth was registering into mental hospitals
And the rest was to the morgues
With the help of chemically sprayed weeds.

Not too much time passed; it was already spring
This time men in blue decided to destroy the only green area downtown,
The only park in the middle of İstanbul
People started pouring into the park after hearing that
Who has ben living, working, passing, existing in that area;
With the idea of saving the park, the green.

But men in blue had diffenrent orders in their minds
They started to sprinkle mad waters, spray chemical gases and fire plastic bullets
To all those people.
And one of that bullets just hit a girl
A friend of us
Right on her head.
And after that much more people started flowing to the park
And much more violence started flowing around the park.

And that beautiful, lovely girl could never be the same girl again
Neither could she ever use her body, her hands as back in old days again.

All of us
At whichever city we were in, started claiming the parks
When I arrived to the park which she got shot by her head
And met with my brother
Our first gas hugged us with excitement before we hugged each other.
After that, many cities, many parks under gas cloud for days, nights, months
Old people at the parks in the day time
At night sheltering street cats and dogs in their apartments from the gas
And after that playing pots and pans on their windows.
Bad kids of the cities at their jobs in the day time
At night on streets with gas masks, swimming goggles, stomach medicine and lemons in their bags
For protection

All diffenrent races, different ideas, different beliefs of that country
Crazy-uncountable number of different cultures
Was together, arm in arm, next to each other
For the first time.
They sang out the most beautiful songs and ran away from the bullets
Together.
And hugged and helped and remembered that they are  brothers and sisters for the first time.

But at that moment, by that time
Kids, young kids,
Kids who was just going to buy bread
Who still had innocence in their smiles
Kids, whose dreams of tomorrow just started growing
Were sent to intensive care units of hospitals first
And then to the stars
By bullets shot by men in blue.

And a big, deep scar was carved in every last one of us after that.


2014
Before that year started we learned that
Rich, but oh-so-very-rich people were putting their oh-so-very-much money into shoe boxes
To smuggle.
And when there is an election in the country
If the results were not as desired by certain you-know-who
A cat could enter transformers of the country, cut power off and change the results.
And thanks to some voice tapes
We all knew which countries they are planning to go into war with,
Which country they smuggled guns to and which one petroleum
And the money collected as tax, all were spent on these.
We knew
But we could do nothing.

There was nowhere to apply and demand justice
Army was theirs, police was theirs,
Even hospitals, too.
Lawyers were being dragged on courthouse floors
And imams would be fired if they don’t obey what they were told.

As a society we were changing into desperate kids day by day
And this desperation was poisining us by turning into fear.

Again, through the end of spring
Four-letter name of a town that I didn't know existed before
Got stuck in our heads
By an accident which happened at a mine.
That last breathes of those men whom they poured cement on in that hole
Carved a deep scar in me.
That day something got stuck inside me, hardened
That day a piece of human in me
Lost hope in humanity.

I was living next to an ancient city, a village upon a hill
My view was silvery waving of olive leaves
And the crazy dark blue waves of the sea.

At that place, in that heaven,
For the first time in my life,
Just to stop these disgraceful, terrifying, disgusting games
With all the orders, rules of all religions of the world
Seriously, slowly
I imagined to kill someone
By my bare hands
With all those horrible details.
But neither my hands were going that far
Nor there was someone to reach.


2015
Through the end of last year his highness sent news all around
Everyone who is old enough was free to not perform mandatory military service
Provided they paid 5000 dollars to beautiful future dreams of the government.
And who was old enough collected that money by debts, credits, loans.
A new year started with uneasiness inside people
Who would not touch guns
But knew all that money would be spent on war anyway.

It was february
A february, dedicated to lovers.
At a time when the insanity of extremities blowing all around by violence
A girl
A young girl got kidnapped
From a public bus she got on in the afternoon.
And all the men
Penetrated in and out of her.
And left her body lying, burnt to ashes.

The next night, at the bar that I was working
All the girls, including myself
Grabbed by one drunk man with disgusting words in his mouth.
But none of the girls, I mean us, or none of the boys or the owner of the bar
Did anything.
They watched the man while they were putting the cash of his whiskeys to the safe.
I said a few words to the owner of the bar at the end of the night
And never went back there again.
But I heard the sound of one of the waiters got slapped when I was going away on the street
After what I said.

On that same february
It snowed over İstanbul, covered it all in white.
There was the silence of snow all over the city
Except the laughters of the people playing snowball.
And one of those snowballs hit a man’s window.
And that man got out, knifed an old boy who threw the snowball
And beauty of snow wasn’t enough cover the pain of this death

A society managed to go full crazy in a white february, just like that.


2016
It was just another spring which was nearly hopeful
But everything was in abundance around, except hope
Academicians, like artists of the country did,
Signed a paper all together which says “Against Terror! For peace!”
To at least stop murdering of different colored people of the same country in the east
Professors quickly were taken into custody or jailed
Academicians were suspended
Each and every one of them also gifted a trial
Accused of being terrorists.

It was the middle of summer.
To make the most horrible decisions faster and easier
One night they organised a teatral show of  military coup.
The bridge that connects the two sides of İstanbul was barred
A few men got shot
Everyone stored provisions
The next day and following days everything was normal.

But now there was a sneaky, extraordinary state of emergency in our lives.

The day that I was flying to a far continent
My brother had a flight to another country for a conference
I took my flight on the wings of the eagle
But they seized my brothers passport before he got close to the plane
Because he had his signuture with those other people
Who only asked for peace.


2017
When I woke up on the first day of the year
The poshest bar of the country was strafed.
A few days passed
In Izmir, the city of democracy admirers
An assasin was caught at courthouse
With hardware enough to kill thousands.

They conducted a referendum with under this state of emergency
With the cats inside country’s transformer for sure
Primary structure of the republic’s constitution changed.
The place where I come from, where I left
Is a dictatorship or a sultanate now
Either on paper or in practical life.

Before I left,
Streets were dead, greetings were dead
Glances were uneasy, staring at the ground
Steps silent, nights uncanny  and daylight hopeless.
The sick, fearful kids grew bigger inside all.

There are people there
Who just wants to live in peace
Who just wants to live
And who still ask for peace persistently
And who would give anything
Only to stop this.

Now,
Some scanning countries on maps, checking about visas
And trying to degrade their whole lives to the weight limits allowed on aeroplanes.
Some of them keep slowly decaying at their jobs
And all keep trying to survive..

An entire society is leaving a country.
An entire society is dying while they are trying to live in a country.

Now,
Is a ‘this kind of now’ with all these wounds
And there’s a future we have to save or establish now.



Editor: Uğraş Turan Öner

Baston


Acıdan neredeyse saçların ağlıyor
Tel tel akıyor yüzünden kayıp
Sen gözlerini açamadan
Acının olmadığını sayıklıyorsun

Kırgın bir gururla küsüyorsun dünyaya
Vücudunun her kıvrımında
Elinden geleni yapmışlığın
Ama yine de yetememişliğin kahrı var

Kişinin bir diğerinin bastonu olacağına inanmıştık
Yanyana ayakta kalacağımıza
Birlikte ilerleyeceğimize
Güçlü olacağımıza
Dünyaya beraber gülümseyince
Dünyanın da bize çiçekler sereceğine…

Hesaba katmadığımız bir şey daha vardı oysa
Herkes baston olduğunda
Artık bastonu tutacak kimse kalmıyordu ayakta.

Hoşça Kal


Yarın bir kıtadan bir kıtaya bir uçak uçacak
Yarın o uçak bulutların üzerinde saatlerce yol alacak
Ve o uçakta boş bir koltuk olacak.
Kimse beni tanımadığından
Ve kimse beni beklemediğinden
Kimsenin umurunda olmayacak.

Ama o yarın
Yani bir yaz dönümü
Bana büyük sorular soracak
Bana bambaşka bir hayata başlamayı anlatacak.

Bir tilki elbet bir nehir bulacak
Tilki geri geri girecek nehre
Önce ayaklarını, bacaklarını ve sonra gövdesini sokacak
Sonunda pireler kafasına toplandığında
Hepsinden kurtulacak.

Ne garip her yerde bir yabancı olmak
Koca bir dünyanın senin olduğunu sanarken
Hiçbir  yere ait olmamak.

Doğum dönüşsüz bir yoldu
Yapma lütfen
Bana daha önce hiç olmadığım yerlerde
Hiç tanımadığım insanlarla olmak
Bilmediğim dillerde konuşamamak
Tahmin bile edemediğim yarınlar yaşamak mı ağır gelecek.
Doğum dönüşsüz bir yoldu
Önümde hiç bilmediğim bir hayatın duruyor olmasının da
Ondan farkı olmayacak.

Ama ilginçtir ki
Zamanın vücudu nasıl aştığını
Saçların nasıl daha da beyazladığını gördüğümüz yerler
Sofralardaki yüzlerimiz değil
Kara aletlerin ekranlarındaki resimlerimiz olacak.

Özlem kalbimi hep yakacak
Ama bu geçmişin, güzel hatıraların değil
Yaşanmamışlıkların, son bir sarılamayışların özlemi olacak.
Gerçi hayat bu belli mi olur,
Belki yine şaşırtacak.

Düşlerim, gülüşlerim, yalınlığım, hayallerim
Ve çocukluğum, masumiyetim, kadınlığım, insanlığım
Hep yanımda olacak.

Öpüyorum yanaklarından, gözlerinden
Özlemle.
Biliyorum ki
Biz hep kelimelerle sarılırız birbirimize
Bundan sonra da hiçbir şeyin bir farkı olmayacak.

Bir Koku



Hem zambak hem karanfil tohumu kokusu süzülüyor bir köşeden
Nasıl oluyor
Yani nasıl oluyor biliyor musun bu günler ve geceler
Nasıl dünlere dönüşüyor

Çaresiz bir zamanın çocukları,
Deliliğin dibinde, derin bir endişeyle
-Ancak karanlığın oyduğu ufak bir hüzme gözlerine takılırken-
Hayretle ödüyorlar
Şu koca kainatta, bulundukları yerde ve anda
Olmanın bedelini.

Hayal nasıl kuruluyordu pek hatırlamıyorum ama
Dilerim anca zambaklar gölgelesin
Ve karanfil tohumlarıyla sarsın
O ufak hüzmeden haykıran düşleri.

Yağmur


Ve ondan sonra
Sadece  yağmur yağdı.
Ne birileri dışarı çıktı ne birileri içeri girdi.
Bir süpürge, avluda bir duvara dayalı durmaya devam etti.
Eşyalar biraz geri çekildi.

Ben kapımda durdum,
Avlunun kavrulmuş duvarları çılgın yağmura kollarını uzatırken
Bitkilerin rahat bir nefes alışlarını dinledim.
Yağmur daha da hızlandı,
Eşyalar biraz daha geri çekildi.

Şimşekler mor bir gök boyuyordu yukarda
Ve yapraklarda cam kırıkları ışıldıyordu
Olasılık vermemiştim
Ama yağmur daha da hızlandı
Ve süpürge durmaya devam etti
Ama  o sırada ben içeri çekildim.

Bitkiler rahat bir nefes aldı.
Gök ve hava,
Yanmış duvarlar ve kavrulmuş içim
Islak esintilerle rahat bir nefes aldı.
Ve o duvarlara asılmış bomboş kuş kafeslerinde
Kulak kabartırsam
Özgür kuşların cıvıltıları vardı.

Geçmemiş


Bir parkta yürüyorum, günlerden pazar
Cayır cayır yakan güneşin sıcak dudaklarına dokunuyor upuzun ağaçlar.
Hafif bir rüzgar esiyor arada
Tenimdeki geceden kalma alkolün kokusunu da alıyor yanına.
Ayaklarım neredeyse yere basmadan beni yürütüyor
Bütün diğer onlar bana gülümsüyor.

Bir an aklıma geliyor, duruyorum,
‘Kalbini aç’ demişti bir dostum bana
Hazır etraf böyle müsaitken ve ben böyle gülümserken
Bir ağacın dibinde sessizce bir açıp bakayım diyorum
Kalbime.
Ve açıyorum.

Paramparça kalbim ışık tozlarıyla kan revan içinde yere saçılıyor
Sanki önümde kara kızıl ışıklardan bir halı seriliyor
Sanki ayaklarıma o parıltılardan ateşler sıçrıyor
Kalakalıyorum, sanki gözlerim doluyor.
Alelacele topluyorum kalbimin kızıl parçalarını yerden
Bir gürültü gibi titreyen ellerimle
Görmesin tüm o diğer kimseler diye.
Kalbimin ışıkları ve gözyaşlarım birleşip parmaklarımı kesiyor
Ama biliyor musun, kesikler az öne gördüğüm kalbim kadar acıtmıyor.

Ve birileri bana ‘hala geçmedi mi?’ diye sorduğunda
‘bilmiyorum’dan başka verecek bir cevabım oluyor.

Kum Saati


Anladığım,
Bu, insanlık tarafından döndürülen bir kum saati;
Birileri boşalırken birileri doluyor.

Boşalan dolulukta kuzguni atlar, kara tozlar içinde koşuyor.

Ve kum taneleri, sürtündükçe hassas zarını çizerek
Çizerken kum saatinin midye gövdesine acı vererek
Ve o acının yaşlarına yapışırken incilere dönüşerek
Boşluğu dolduruyor.

Birileri bu acıyı kıymetli buluyor.
Ve birileri bu acıyı paraya çevirmeyi iyi biliyor.

Dürtü


Alışılagelmiş bir evin yokken
Ve evin yollardır bir çantayken
Ve o çantanın her gözünde bir oda gezebiliyorken
Her geçen gün, bir kişi olmanın yanında, bir yere de dönüşüyorsun.
Koklayabİleceğin kitaplar
Ve dokunabileceğin çocukluk fotoğrafların en büyük yoksunlukların oluyor.

Rüzgarın kısık sesli bir tınısında
Veya karamsar bir bulut çekilirken güneşin aşkından
Ya da bir ayağı kısa yapılmış bir masanın altına konmuş,
Kıvrılmış bir karton parçası gördüğünde
Hafızanın en ücra yerleri seriliyor şimdiye yine.

Birşeyleri özlüyorsun eskiye dair,
İnsanları geçiyorsun, mekanları geçiyorsun özleminde
Ancak geriye bir hissin garip özlemi kalıyor; adını koyamıyorsun.
Ve tutup, bir karton parçası koyup, kendi ayağının altına
O kırgın duruşu düzeltemiyorsun.

İşte o zaman başlıyorsun zodyakın yıldızlarını sıraya dizmeye
Yine de rahatlayamıyorsun.
Ardından çiçeklerin etrafındaki kurumuş otları yoluyorsun,
-belki biraz haşince
O da olmuyor.
Bir sayfaya göz atıyorsun ama elin gitmiyor sayfayı çevirmeye.
Bir nefes alayım diye çıktığında dışarı
Ayın ışıkları dökülüyor üzerine,
Her yer ışıl ışıl sırılsıklam oluyor,
Ayağın kayıyor, daha yeni tırmandığın hafıza çukuruna geri yuvarlanıyorsun.

Ardında bıraktığın şehirlere bakıyorsun dönüp bir
Bir bakıyorsun kaç köy, kasaba, kaç bahar geçmiş
Arada kaç dostun hayatı geçip gitmiş.
Bakıyorsun kendi içinden neredeyse bir ömür geçmiş.
İnsanın evi sevdiği yer diye diye kaça bölmüş kalbini, kaç yerde bırakmışsın
Bölündükçe nasıl hem çoğalmış
Hem ne sarmaşıklar yetiştirmişsin içinde yer açtıklarına.

Özlem, güzel bir kız adı olmalıydı
Ve acı, 
Sadece bir damak tadı olarak kalmalıydı şu dünyada.

Sökük

Bir göz arıyorsun denk gelecek, bir muhabbet ama
Senin cevapsızlıklarında kaybolduğun sorularını sana sormayacak, 
Neden olmuş bunlar demeyecek
Geçmiş olsun ya da güçlüsün de.
Omuzlarından tutacak 
Ve saçını gözünün önünden çekip, bir duvara denk gelmiş güneş ışığının şaşkınlığını gösterecek sana 
Ya da rüzgara kapılmış, oradan oraya pervasızca uçan, çiçeğinden kopmuş bir tozun huzurunu
Belki bir bulutu; mavi göğe yakışmış, turuncu koca bir bulutu, senin gözden kaçırdığın
Ama en önemlisi umuda koşan atları anımsatacak sana.
Ve neden oldu bunlar diye sormayacak.
Bir çılgınlığın, bir kahroluşun, bir deliliğin çözümsüz nedensizliğine,
Kopup geldiğin ama hâlâ sıcakken kalbinin etrafına yapışmış
Ve sönen kalbinle beraber donmuş
O acıtan sebepsizliğe dokunmayacak.
Eğer gerçekten varsa, eğer gerçekten çoksa
Eğer gerçekten inanıyor ve başarabiliyorsa 
Umudundan sana da yamalayacak.

NasıL

2011

Bir gün sözcükler yasaklandı, kelimeler.
O gün herkes sokağa döküldü.
Ve bir sıvı gibiydi topluluk;
Çok, çok uzun bir caddede şekillendi.
Aktı sözcüklerini terketmemek için.

Zaman içinde
Zamanın eskisinden gelme, her kıvrımında tarih barındıran
Rengarenk kültürler karmaşasının
Kafa karıştıran, baş döndüren, hayret ettiren ne kadar güzel binası varsa
Bir bir başladılar betonla, dümdüz kaplamaya.
Ve dikmeye göğe şirk koşan, hissiz binalar buldukları her noktaya

Bir gece şarkılar yasaklandı yaşadığım sokakta.
Yaka paça götürmeye çalıştılar gitar çalan bir genci karakola.
Mavi giyinmişlere ‘yapmayın’ dedim.
Sonu kötü oldu,
Bacaklarım, sırtım, bileklerim, kollarım mor oldu.

Acaba her kızın yanında birkaç dostu var mıydı nezarete götürülmeyi göze alabilen,
‘Yapmayın, böyle olmaz’ diyen, polisler bacaklarını arabanın kapısına sıkıştırırken.
Acaba her kızın sabahın 5’inde bir karakoldan arayabileceği avukat bir babası var mıydı.
Acaba herhangi bir kadının hayatta kalmak için kesinlikle bir adama mı ihtiyacı vardı.
Ama bu mantıksızdı.
İnsanlık, çok derinlerde, defalarca sıkışmış ve tekrar açılmış bir yaraydı.

Acaba mosmor vücudum için bir ‘hiçbir şeyi yoktur’ yazan doktorun
Ya da
Beni hem döven, hem doktor kontrolünde perdeyi açıp açıp vücudumu
-o gülüşüyle izleyen
O mavi giyinmişin vicdanları hangi karanlık delikte saklanmıştı.

Hemen bir dava açtılar;
Müzisyen çocuğa, onu korumaya çalışan bana ve beni korumaya çalışan arkadaşlarıma.
Mavi giyinmişlerin işini zorlaştırmak ve toplumun huzurunu kaçırmaktan;
Haşmetlilerine olan korkuları pekiştirecek, bitmeyecek ve yok olacak önemsiz bir hadise daha.

O geceki mavilileri bir daha görmedim duruşmada,
Gencecik, ruhları boş, mavi giyinmiş, bambaşka çocuklar vardı karşımda.



2012

Sokağa çıktığımda, bir parkta göğe, bir kıyıda denize baktığımda
Mavi giyinmişler hep uğradılar o günden sonra yanıma,
Veya yanımda kim varsa, yanımıza.
Kimliklerimize baktılar, suçlarımıza,
Asker kaçıklıklarına baktılar, bize baktılar,
Bana baktılar, baktılar, baktılar.
Dokunmadılar.
Baktılar.

Bir gece kapım çaldı,
Mavi giyinenlerin bu sefer yepyeni bir haberi vardı;
Evim, yani benim kedili ormanım
Onlara göre yeşil dumanların ve hayasız kahkahaların saçıldığı bir günah yuvası,
Uyuşturucu ve fuhuş diyarıydı.
Korkumdan değil ama içim bulandığından
Güleryüzle ve nazikçe yolladım onları yollarına,
Tüm tehditlerinin yanında.

Sonra topladım eşyalarımı çantama
Taşındım güneyin makilerine ve turkuaz sularına.



2013

Ülkenin gençlerinin bir kısmı akıl hastanelerine düşüyordu hızla o ara,
Bir kısmı morga
Değişik kimyasallar sıkılmış otlar yardımıyla.

Çok vakit geçmedi, halihazırda zaten bahardı
Mavi giyinmişler bu sefer o şehrin ortasındaki tek parkı, yeşilliği kararlıydı ortadan kaldırmaya.
Bunu duyan, orada yaşayan, çalışan, yürüyen, varolan, seven insanlar doluştu parka;
Ağaçları kurtarmak vardı akıllarında.
Ama mavi giyinmişlerin farklı planları vardı komutlarında
Sıkmaya başladılar çılgınca fışkıran suları, kimyasal gazları
Ve ateşlemeye plastik mermileri insanlara.
Ve o mermilerden biri denk geldi, çarptı
Bir kıza,
Bir arkadaşımıza,
Tam kafasına.
İşte o andan sonra
Daha çok insan akmaya başladı parka
Ve daha çok şiddet akmaya başladı parkın etrafında.

Ve o güzel kız, o canım eski güzel kız olamadı
Ve ellerini, vücudunu eskisi gibi kullanamadı bir daha.

Hepimiz hangi şehirdensek ya da hangi şehirdeysek gittik parklara
Ben o kızın başından vurulduğu parka ulaşıp, kardeşimle buluştuğumda
İlk gazımız sarıldı bize birbirimizden önce coşkuyla.
Sonra tüm şehirler günlerce, gecelerce, aylarca gaz altında
Yaşlılar gündüz parkta, geceleri penceresinde elinde tencere tava,
Apartmanlara sokak kedilerini ve köpeklerini saklamakta,
Kötü çocuklar ise gündüzleri işte, geceleri sokakta,
Çantalarında gaz maskesi, deniz gözlüğü, sargı bezi, mide ilacı ve limonla.

O kültür çeşitliliğinden çıldıran ülkenin
Tüm birbirinden farklı ırkları, birbirinden farklı düşünenleri, birbirinden farklı inananları
İlk kez böyle yanyana, kol kola, birarada
Haykırdı en güzel şarkıları ve kaçtı mermilerden birarada
Ve sarıldı ve yardım etti ve kardeş olduklarını hatırladı ilk defa.

Parkın adı geziydi ve bizi bir araya getiren bir ağaçtı, yeşildi, bir nefesti.
Kısa da olsa ya da sonsuzlukta uzun bir an da olsa, biz bir ütopyayı yaşadık orada.
Kuralsızdık, organizasyonsuzduk, özgürdük, güler yüzlüydük.
Mütemadiyen gazla zehirleniyorduk
Ama ne ağaçları ne barışı ne güler yüzlerimizi bırakmıyorduk.
Piyanosunu getirip konser veren de vardı, namaz kılan da
Cıgarasını içen de, sevgilisini öpen de
Polise kitap okuyan da,
Anneler zincir kurmuşlardı parkta.
Koca bir şehrin ortası,
İçine binlerce yılın, her yerin insanlarının tarihi kazınmış bir şehrin ortası
Çalkalanıyor, dalgalanıyor ve gülümsüyordu
Böyle birbirinden farklı, böyle bir arada olmanın ihtişamıyla.

Ama işte o anda, tam o anda,
Çocuklar, genç çocuklar,
Ekmek almaya giden çocuklar
Gülüşünden masumiyet silinmemiş çocuklar
Çocuklar, daha yarınlarının hayalleri yeni yeşeren çocuklar
Kalktılar önce hastanelerin yoğun bakımlarına
Sonra yıldızlara gittiler mavi giyinenlerin kurşunlarıyla.

Ve hepimizin içinde kocaman bir yara açıldı ondan sonra.



2014

Daha bu yıl başlamadan
Çok ama çok zengin adamların, çok fazla paralarını ayakkabı kutularında kaçırdığını öğrenmiştik
Ve ülkede bir seçim olduğunda sonuçlar birilerinin istediği gibi gitmiyorsa
Ülkenin trafosuna bir kedinin girerek, elektrikleri kesebildiğini ve sonuçların değişebildiğini.
Ve kimi konuşma kayıtları sayesinde hangi değişik ülkelerle savaş planlandığını,
Kimlerle silah, kimlerle petrol kaçakçılığı yapıldığını,
Vergi diye alınan tüm paranın bunlara harcandığını
Biliyor ve hiçbir şey yapamıyorduk.

Gidilecek, hak aranacak herhangi bir yer kalmamıştı
Asker onlarındı, polis onlarındı, hastaneler de,
Adliyelerde avukatlar yerlerde sürükleniyordu,
Söz dinlemeyen imamlar da işsiz kalıyordu.

Bir toplum olarak gün be gün çaresiz çocuklara dönüşüyorduk
Ve çaresizlik, korkuya evrilerek sinsice zehirliyordu bizi.

Yine bahar sonuna doğru,
O zamana dek adını bilmediğim bir kasabanın dört harfli ismi,
Madeninde olan bir kazayla akıllarımıza kazındı.
Üzerine çimento dökülen adamların son nefesleri hep şuramda bir yara kaldı.
O gün benim de bir şey döküldü sertleşti içimin orasında.
O gün, benim içimde insanın bir parçası,
İnsanlığa umudunu
Kaybetti.

Antik bir kentin kıyısında, yamaçta bir köyde yaşamaktaydım o ara
Bakışlarım önce gümüş savruluşuyla birleşiyordu zeytin yapraklarının
Ardından deli laciverdiyle dalgalarının denizin.

Ve orada, o güzel cennette, ömrümde ilk kez
Birini kendi ellerimle
Ciddi ciddi,
Yavaş yavaş
Ve dünyanın mümkün olan tüm dinlerinin, inanışlarının, hepsinin usüllerine uygun olarak
Sadece bitmesi için tüm bu rezalet ve korkunç ve iğrenç dümenin
Öldürmeyi hayal ettim;
Tüm berbat detaylarıyla.
Ama ne elim uzanıyordu oralara
Ne de öyle birileri vardı arasam da.



2015

Önceki yılın sonuna doğru bir karar salmıştı haşmetlileri
Yeterince yaşı gelmiş olan herkes, zorla askere gitmekten muaftı
Devletin geleceğinin güzel hayallerine 18.000 tl sunmaları karşılığında.
Ve yaşı yeten herkes topladı o parayı borçla harçla.
Yeni bir yıl başladı eli silah tutmayacak olanların içlerinde
O paranın yine de savaşa gideceğini bilmenin huzursuzluğuyla.

Aylardan şubattı
Birkaç gün sonrası sevgililere adanmış şubattı.
Ama uzantıların cinnetinin her yeri şiddetiyle kahrettiği o zamanda
Bir kız, gencecik bir kız kaçırıldı, akşamüstü bindiği bir dolmuşla
Girip çıktılar kaç adam varsa
Ona.
Ve bıraktılar yanmış vücudunu bir kenara.

Ertesi gece çalıştığım barda avuçlandı tüm kızlar sırayla
Tek bir sarhoş adam tarafından, ağzında pis laflarıyla.
Ancak ne kızlar; yani biz, ne delikanlılar, ne bar sahibi bir şey yapmadılar
İzlediler sarhoşun viskilerinin nakitlerini koyarken kasaya.
Gece çıkışta bir iki laf ettim bar sahibine ve gitmedim oraya bir daha.
Ben sokakta uzaklaşırken duydum emrindeki delikanlılardan birinin koca bir tokat yediğini arkamda.

Yine aynı şubatta bembeyaz kar yağdı İstanbul'a
Tüm şehirde kar sessizliği vardı; kartopu oynayanların kahkahaları dışında.
Ve o gece kar toplarından biri bir adamın camına çarptı
Ve o adam çıkıp, kartopunu atmış olan koca bir delikanlıyı bıçakladı.
Ve karın güzelliği yetmedi bu ölümün acısını kapatmaya.

İşte bir toplum böylece tamamen çıldırmayı başardı bembeyaz bir şubatta.



2016

Aylardan yine neredeyse herkesi umuda boğacak bir bahar dahaydı
Ama ortada umuttan bol herşey vardı.
Ülkenin eğitimcileri de sanatçıları gibi dur demek için artık bu gidişata,
En azından aynı ülkenin, farklı tene sahip insanlarının katledilmemesi için doğuda,
Bir dilekçe imzaladılar topluca
“Teröre karşı” dediler, “Barış için!”
Profesörler hemen alındı hapse ve gözaltına
Akademisyenlere ise verdiler uzaklaştırma.
Ve herkese hediye olarak terörist olmaktan bir duruşma.

Yazın ortasıydı,
Kolaylaştırmak ve hızlandırmak için herhangi bir durumdaki en korkunç kararları
Teatral bir askeri darbe şovlandı bir gece
İstanbul'un iki yakasını bağlayan köprü kapatıldı, birkaç adam kurşunlandı
Herkes bakkallardan erzak depoladı.
Ve ertesi gün ve sonraki günler herşey normal aktı.

Ama artık hayatımızda sinsi, olağanüstü bir hal vardı.

Benim uzak bir kıtaya seyahat edeceğim gün
Kardeşimin de başka bir ülkeye bir konferansa uçağı vardı
Ben uçtum kartalın kanatlarında
Onun pasaportuna el koydular daha yaklaşamadan uçağa
Çünkü onun da imzası vardı barış isteyen diğer insanlarla.



2017

Yılın ilk sabahı uyandığımda ülkenin en zengin barını taramışlardı.
Birkaç gün geçti geçmedi, en demokrasi sevenlerin yaşadığı şehrin
İzmir'in adliyesinde bir suikastçi yakalandı
Üzerinde binlerce kişiyi öldürebilecek donanım vardı.

Olağanüstü hal altında bir referandum yapıldı
Pek tabi kediler yine trafodaydı
Ve cumhuriyetin anayasasının ana maddeleri değişti.
Benim terketmiş, gelmiş bulunduğum yer
Bir diktatörlük, belki bir padişahlık aslında,
Artık hem kağıt üzerinde hem yaşamda.

Ben oradan gitmeden,
Sokaklar ölü, selamlar ölü, bakışlar tedirgin ve yerde
Adımlar sessiz, geceler tekinsiz ve gündüzler ümitsizdi.
Herkesin içindeki hasta, korkak çocuklar daha da büyümüştü zamanla.
Sadece huzurla yaşamak veya sadece hayatta kalmak isteyen
Ve hala inadına barış isteyen
Ve bunlar için,
Herşeyini verebilecek insanlar var orada;
Bu gidişat durdurulabilecek olsa.

Şimdi bir kısmı
Haritalardan yerlerini bakmış, vize araştırmalarını yapmış,
Tüm yaşantısını uçakların kabul edeceği ağırlıklara indirgemeye çalışıyor.
Bir kısmı bir mesai gibi ölmeye
Ve  hepsi yaşamaya çalışmaya devam ediyor.

Bir toplum bir ülkeyi boşaltıyor
Bir toplum bir ülkede yaşamaya çalıştıkça ölüyor.

Şimdi, ‘böyle bir şimdi’ işte bunca yarayla.
Ve bir de kur(tar)mamız gereken gelecekler var daha...

Huzur

Hep aklındaymış ama
Hiç tutunmamış varlığının olasılığına.
Şüphesi bu yüzdenmiş
Hüznü ve neşesi kimi zaman da.
Ormanın ortasında sıcak bir duş yapmış;
Bir volkanın biraz altında,
Bir volkanik gölün biraz üzerinde,
Bulutlarla sonsuzlaşmış bir volkana karşı.
Ucundan tutmuş ve
Tüm geçmişini sallamış.
Garip, parıltılı tozlar saçılmış göldeki güneş yansımasında.
Sözün ve sessizliğin değerlerinin bilindiği yerde
Koca bir huzur açarmış.

Pembe Göl

Birilerini inandırmak için önce
Kendini kandırmanın önemini bildiğinden,
Güleryüzünü
Ve saçılasıca umutlarını hiç bırakmamış bir kenara.

Ancak zamanı gelip de
Boş bir park bulduğunda;
Güneşin boyadığı yaprakları kızıla,
Oturmuş
Gözlüklerini indirmiş suratına
Ve tüm biriktirdiklerini başlamış ağlamaya.

Islanmış ağaçlar
Ve yapraklar ıslanmış usulca.
Öyle içten sırılsıklam olunca ortalık
Dayanamamış,
Ağaçların kabukları kabarmış
Ayrılmışlar gövdelerinden; hüzünden
Gözyaşlarına yapışıp akmışlar sokaklara.

Kuru bir kente böyle bırakmış hüznünü işte;
Pembe bir göl ile.

Yolda olmak


Yolda olmanın evde olmak olduğu zamanlar.
Etrafta ölü bir köpek görüyorum.
Küçük kız çocuklarına şapşal bir gülümseme yolluyorum,
İlgileri dağılıyor,
Ölü köpeği görmüyorlar.
Bunca kalabalıkken birlikte olamama sebebimiz
Yolda olmaktan olmalı.
Yolda olmak evde olmak demek.
İçimde birer çiçek gibi baktığım kasvet ve umutlarımla
Selamlıyorum dünyayı.
Kimi vakit yalnızlığımın ortasından ikiye ayrılıyor,
Kalabalık oluyorum.
Yolda olmak, evde olmak demek.

Meşgale

Çok meşgulüm acılarımla, yalnızlığımla
Yatağımda beraber uyuduğum kelimelerim
Ve onları kimi zaman dökemediğim kağıtlarım
Ve dünyevi dertlerim, insansı tasalarım ve yaşama dair
Bir rüzgar çıksa da havalansalar diye bekleyen umutlarımla
Uçurtmaların ucunda.
Aşık olacak yerim yok.

Yarasa


Çok kaşındı sırtım
Sert uzun cadı tırnaklarımla haşince kazıdım.
Yaşadığım ormandakiler o sıralar bende bir karaltı görmeye başladı
Midemin içinde garip bir deliğin açıldığı o korkunç son gece
Soğuk terlerin, çıkıp inen ateşlerin, hayal meyal korkunç düşlerin ardından
Yarasa kanatlarım yırttı ve çıktı arkamdan.
Bir süredir aynı yuvada barındığım hışırtıların
Kara sahiplerini de öğrenmiş oldum böylelikle.
Göğsüme, tam nefes aldığım yerin en içine bir yusufçuk yapıştırdım
Her gün beslesin, beslesin ve sevsin güzel yarasamı diye.

Güneş

Günlere karanlıkta açıyorum gözlerimi
Gözlerim en iyi alacakaranlıkta görsün istiyorum
Ben gölgelerden geliyorum, ben gölgeleri biliyorum.
Işığın, sonsuz ışığın pek anlamı yok bana gölgesi yoksa
Kör oluyorum ihtişamıyla.
Ben gölgelerden geliyorum
Söylemesem de sen hissediyorsun;
Ben sana uzak toprakları, tanımadığın insanları, unuttuğun acıları, hiç duymadığın şarkıları ve çığlıkları bir arada getiriyorum
Ben sana güneşin doğuşunu ve batışını beraber getiriyorum.
Ben sana doğsa da batsa da güneşin güneş olduğunu, hep orada olduğunu
Ve onun için doğuş ya da batışın olmadığını hatırlatmaya çalışıyorum.