eskiler...

Dangalak hilaline kayıp gitmiş aklım.

Her nefes çekişimde

-artık daha ne çekiyorsam içime-

Kırdığım kalplerini düşünüyorum son sevgililerimin.

Bir de sözlerimin sertliğinden bahsederler...

Ben onların kalplerini kırdığım sözlerle,

Kendi organlarımı kesip asıyorum rüyalarıma her gece.

yoll

Denizlerde sakin bir gün;

Dün.

Hayalleri gerçek sanıyordum.

İyi hissettiriyor kendimi.

Dört adam, yedi kedi ve bir köpekle şehirler arası bir otoyoldayız.

Otlar sarı..

Otlar kuru..

Biraz kuru, biraz sulu..

Denizler dalgalı bugün;

Rüzgar iteliyor bizi.

Saçma bir yol düzeni var.

Tek şerit,çift yön var.

Bi de bize deli derler;

Aklı yetmezler....

ölü çiçekler

Ölü çiçekler vardı.

Bir vazoda,

Bir plastikte,

Bir de bardakta ; arjantin.

Sapları görünüyordu hepsinin.

Yosunluydu.

Ve karmakarışıktı suyun içinde.

Suyu sıcak.

Su-yu sı-cakkk...

Çiçekleri yıkadık lavaboda;

Cesetlerle oynadık gülerek.

v olmak

Yüzümüz yarım artık.

Biz yarım kaldık adamlar.

Beraber sevdik.

Beraber seviştik.

Ve beraber attık uzayın rahmine oyuncak bebekleri;

Yıldızlar daha iyi bakarlar diye.

Pis geldi dünya.

Pis geldik aslında kendimize.

Olacağı oldurmadık.

Kötüydü sistemler ve dünya,

Pislenmişti.

Açlık ve savaş vardı.

Yalanlar ve kin vardı.

Fazla kötüydü dünya doğmamış oyuncaklara.

Mantığımızı kullandık.

Satın aldık jinekologlardan;

Biraz morfinle yanında.

Ve pisletmedik, koruduk o çocukları.

Dünya değmezdi çünkü buna.

Hani aşk?

Ve o kızıl, güzel aydınlanan sular?

Ve barış?

Ve beraberlik?

Ve dünya?

Ama uzayın rahmi temiz.

Aklımızdan daha temiz...

Ve şimdi biz yarım kadınlar,

Ve güzel vücutlarımız,

Ve güzel yüzlerimizle,

Karşı olduğumuz her şeyden daha karşıyız kendimize.

Şimdi içimde bir acı var ki adamım,

Hep bir eksiklik bütünlüğümde.

sapanlar saçmalıyor

.............

Sapanlar saçmalıyor!

Sapanlar saçmalıyor!

Yoldan çıkanlar ve çıkmak üzere olanların hepsi teğet geçiyor tüm uzayı!

Kimilerinin hiç haberi yok ama;

Sapanlar saçmalıyor;

Yanlış hedefleri vuruyor taşlar!

Dikkat edin! Dikkat edin! diye bağırıyor uzay boşluğundan bir adam;

Yüzünde kum taneleri,

Yüzünde uzay taneleri....

Ölmüş arkadaşlarımız oturuyorlar ayın üzerinde,

Gülümseyerek bakıyorlar ayyy’dan aşağıııııı.....

Kanatlarını rendeliyorlar hiç sıkılmadan,

üşenmeden,

gocunmadan...

Bizim yüzümüze yağıyor;

ay taneleri,

uzay lekeleri,

kanat rendeleri....

Ölmüş arkadaşlarım gülümsüyorlar ayın üstünde bu gece.

Ve benim dostlarım senin de dostların,

Rendeliyorlar kanatlarını aydan aşağı;

Üzerimize,

Üzerimize,

Üzerimize....

Yansın! Yansın! diye tüm kurallar ve kuralcılar ve insanlığı insanlıktan çıkaran tüm insanlar!

Arkadaşlarım gülümsüyor aydan aşşşağıııııı,

Üzerimize.

“Sapanlar saçmalıyor” diye bizi uyarıyorlar,

“Onların attıkları hiç bir taş gerçek hedefi vurmayacak!

“Hiç biri!”

“Çünkü hiç olmadı sandıkları gerçeklik...”

Şimdi gerçek huzur, ama bir huşu içinde.

Zaman yok

Zaman yok..

Hç olmadı gerçeklik.

Hiç olmadığımız kadar gerçeğiz şimdi....

Yansın!

Yansın artık tüm evren!

Yaksın her keş kendini....

ve hiç bir şeye pişman olmamalı insan

ve hiç bir şeye pişman olmamalı insan.
çünkü insan,
pişman olmamalı.
sana seçenek sundular.
ama doğru olanı da
yanlış olanı da
seçsen,
ikisi de yanlış olacaktı.
bu yüzden,
pişman olamaz insan.

senin aradığın vahşet

Ama ben bir kadınım ve senin aradığın vahşet yok bende.

Benim için imkansız hayaller var, temiz çarşaflar, kirli çarşaflar, kanlı çarşaflar ve perdeler var, bulutlar gibi uçuşan ve dağılıp gökyüzüne karışan hayaller var.

Senin için avlanacak altın boynuzlu yaratıklar benim için ağzımla koparacağım çiçekler var.

Senin için zenci çocuklar var ve beyaz çocuklar, sen onlara iş bulacaksın reklamlarda, para kazanacak, yemek yiyecek onlar senin sayende,

Sense onlar sayesinde Küba’ya uçabileceksin.

O çocukların kardeşlerinin topraklarında zehir fışkırtan petrol fabrikalarından gelen yakıtlarla,

O çocuğun annesinin karnında ölmesini sağlayan petrollü havayla.

Senin için hukuk var, sen savunacaksın, haklıyı ve haksızı.

Sen belirleyeceksin kimin daha doğru olduğunu.

Sonra allah’tan bahsedeceksin karşıma geçip, iyiden ve kötüden ve cennetten ve cehennemden bahsedeceksin.

Gecenin elleri; karanlık, seni boğazlayacak uykunda, kinim büyük, ben tanryım rüyalarında!

Sen hukukla yaşatacaksın haklıyı ve haksızı.

Sonra geleceksin ve evrimden bahsedeceksin bana, maymundan geldik diyeceksin ya da balıktan. Ve üzerine hem haklıyı koyacaksın hapse, hem haksızı yaşatacaksın.

Ve bana diyeceksin ki, doğal döngü var.

Üzerine kısırlaştırmadan kürtajdan bahsedeceksin ve dönüp dolaşıp yine iyi olmaktan bahsedeceksin bana, hastayı da yaşatan sen, haksızı da, katili de yaşatan sen, bebekleri öldürceksin ve bana doğayı anlatacaksın.

Ben tanrıyım rüyalarında ve bahar asla yaklaşmayacak senin rüyalarına.

İçin çürüyecek...

Kalbin çürüyecek...

Daha ne kadar çürüyecekse...

rusya

Bugün Rusya’daki arkadaşımı aradım.

Ve bugün intihar edip etmemeyi hiç düşünmedim.

Bugün olacaklardan da korkmadım. Şarkılar söyledim.

Bugün, Tanrı’nın tüm insanların sözcüklerinden oluşabilecek bir kelimeler yığını olduğunu düşündüm.

Oldukça şükürlerden, ricalardan, küfürlerden ve dualardan.

Kırgın biraz....

Bugün kendimi sevdim,

Hiç ama hiç bir şeyi bu kadar sevmemeyi düşündüm.

Birilerini sevmeyince

ya da sevmeyi düşünmeyince

ya da sevmemeyi düşününce mutlu oluyor insan.

- sevecek birileri varsa.

Bugün buraya birşeylere bakmaya ve birşeyler yazmaya gelmiştim.

Bir nevi katildim yani

Yazılan şey hamur, yazdığım şey kurşundu.

Hamur kağıt olmuştu ve kurşun kalem.

Hamur insandı kutsal kitaplarda

Ve kurşun öldürüyordu hayatta.

Reddiyelerle dolu hayat.

Ve sular okşar yosunları.

Sessizdir zaman.

Oldukça.

Bugün eski delirmelerimin başına aldım kendimi;

Tekrar, daha baştan, daha sağlam delirebilmek için.

Delirmeler zaten ilgilenmezdi.

Ve insanlar zaten fark etmezlerdi hiçe sayıldıklarını.

Bu kocaman dünyada kimse bana aşık olmuyor,

onlara olduğum kadar,

kendime olduğum kadar.

Herşey olduğu kadar.

Ve ben aşka hala inanıyorum.

‘iyi günler bay kırtasiyeci amca,

Bir traş, bir kalem, bir hamur alabilir miyim?

Bir dostu bekleyeceğim çay bahçelerinin altında.

Ve tam da retinamı yakmak niyetindeyim.

Engel olabilir misiniz?’

Ve o bana onları verdi.

Ve ben ona 1 lira verdim.

Ya olmasaydı?

Yanmış bir retina, yazılmamış sözcükler ve kemrilmiş bir beyin.

Peki şimdi ne var elde?

Yazılmış bir kağıt, yazılmış sözcükler, az kavrulmuş iki göz, susmuş bir kafa

Ve güneş hala....

plastik sevgilim

Sonra şu,

şehrin bu kıtasının burnunda

bir plastik fanusa yerleştik sevgilim.

Baharın gelmesiyle buharlaşma arttı.

Tenlerimiz bile yandı,

eridi.

vıcık vıcık oldu etlerimiz.

Şehrin bu kıtasında

eriyip birbirimize yapıştık ;

sen,

ben

ve plastik sevgilim...

cadı


-->
Sanki en başında söylememiş gibi,
Felaket kırılmış kalpleri,
Çok çok üzmüş onları cadının dedikleri.
Öyle bir cadıymış ki,
Bir yaptığı öteki yaptığını, bir dediği bir diğerini tutmuyormuş.
Fena halde ele geçirmiş cadı kalplerini,
Önce sevmiş sevmiş sevmiş kalpleri, sonra birden buza çevirmiş hepsini.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi yere atıp paramparça etmiş kalpleri.
Bir de üzerine gözlerinin içine bakıp tatlı tatlı gülümsemiş.
Ve karar vermiş körler köyünün tüm oğlanları;
Birlik olup bu cadıdan herşeyin öcünü almaya.
Ve başlamış kalpleri kıran bu cadıya yapabilecekleri en kötü büyüyü aramaya.
‘Ben’ demiş oğlanlardan biri, ‘ona söylediğim tüm şarkıları geri almak istiyorum’
‘Ben’ demiş bir diğeri, ‘güzelliğini, tatlılığını unutmak istiyorum’
‘Ve ben’ demiş bir öteki, ‘onunla geçirdiğim tüm anları istiyorum geri – hiç olmamışlar gibi.’
Körler köyünün henüz gören diğer oğlanları da katılmışlar bu denenlere.
‘Evet’ demişler hepsi birden, ‘ben de istiyorum bunları,
Ve onun da kalbi kırılsın, paramparça olsun bizimkiler gibi’
Diye karar vermişler topluca.
Az ve uz gittikten, yaşlılara ve gençlere sorduktan, iyice araştırdıktan sonra bulmuşlar civardaki diğer büyücüyü, en kara büyüler yapan büyücüyü.
Büyücü çirkin mi çikin, pis mi pis, korkunç mu korkunçmuş.
Oturup, dertlerini anlatmışlar ona.
Büyücü dinledikten sonra onları, demiş ki o buz gibi sesiyle;
‘Bunun bir karşılığı olmalı biliyorsunuz.
Ve ben sahip olmak istiyorum tüm unutmak istediklerinize.’
‘Ama’ demiş köyün oğlanları,
‘Nasıl alacağız öcümüzü biz o tatlılar tatlısı cadıdan?’
Büyücü demiş ki kargalar kadar cırtlak sesiyle;
‘Sizin istediğiniz onu unutmak değil mi?
İşte bu olacaktır aşkla beslenen o cadıya en büyük ceza.
Sizinse yeni birer kalbiniz olacak sonunda’
Ve kabul etmişler oğlanlar bu fikri safça,
Oldukça da beğenmişler hatta.
Ama farkında değillermiş olacakların hala..
Büyücü gitmiş ve renkli otlarından, sularından kötü kokan karışımlar hazırlamış.
Hepsini bir kazana koyup, çıkan garip dumanlarla, birşeyler fısıldaya fısıldaya
Korkunç bir karışım hazırlamış.
Ve köyün oğlanları ani ve derin bir uykuya dalmış...
Gözlerini açtıklarında nerede olduklarını, neden orada olduklarını anlayamamışlar.
Birbirlerini bile tanıyamamışlar hatta.
Çünkü istedikleri büyüyle sadece güzel cadıyı değil, onunla ilgili her ama her şeyi unutmuşlar.
Birbirlerini bile...
Karşılarındaki pis, çirkin büyücüye bakıp, hiçbirşey demeden çıkıp gitmişler birer ikişer.
Yalnız, dönerken evlerine, geçerken büyük karanlık ormandan, garip sesli kuşlar, böcekler çığlıklar atarken etrafta, akıllarına takılmış yeni sorular.
Neden oradalarmış?
Kimmiş diğer oğlanlar ve kimmiş o çirkin büyücü?
Ve en kötüsü de, neymiş içlerindeki o garip his, o koca boşluk?
Biri cesaret edip sormuş diğerlerine
‘biz ne yapıyorduk orada? Sizleri de tanımıyorum ayrıca’
Diğerleri sessiz kalmışlar, hiçbiri hatırlamıyormuş olanları.
Dedim ya, cadıyı unuttukları gibi, cadıyla ilgili her şeyi de unutmuşlar.
Evlerine dönüp, yatıp uyumuşlar,
Eskiden gören ama artık kalpleri kör olmuş körler köyü oğlanları...
Az ve uz zaman geçmiş, saman dolu arabalar, günler ve geceler geçmiş..
Güzel cadı kendi evindeymiş her zamanki gibi.
Ve aslında hemen fark etmiş oğlanların ne halt yediğini.
Ve üzülmüş ağlamış, ağlamış, ağlamış
Körler köyünün hemen önünden geçen denizi dalga dalga yükseltecek kadar ağlamış.
Büyük fırtınalar kopmuş, sert rüzgarlar esmiş günlerce ve gecelerce.
Ama istememiş cadı, bu oğlanları,
Hepsini ayrı ayrı sevdiği bu oğlanları cezalandırmayı.
Çünkü cadı olmanın kötü olmayı gerektirmediğine inanırmış o.
Herkesin cezasının kendi yaptıklarınca, kendi söylediklerince geleceğine inanırmış.
Kendi acısını dindirmiş türlü türlü otlarıyla,
Çeşit çeşit sihirleriyle dindirmiş unutulmanın acısını.
Ama unutmamış oğlanları, sevmiş gönlünce hala.
İstememiş onlar gibi bir büyüyle ceza vermek ölümlü insanlara.
Aşkı öldürmek istememiş.
Çünkü cadı bile olsa iyi olmak erdemli olmakmış dünyada.
Kalplerindeki aşka dayanamayıp, güzel cadıyı unutan oğlanlarsa bambaşka bir haldelermiş aslında.
Müzisyen olan şarkılar yapamıyor, söyleyemiyormuş artık.
Resimler yapan fırçayı eline alamıyor,
Şair olan şiirler yazamıyormuş artık.
Cadıyı unutmuş olan her oğlan, kötü büyücünün büyüsünü istemiş olan her oğlan,
İçlerinde kocaman bir boşlukla,
Cadının gözyaşlarıyla doldurduğu koca denizin kenarında,
Boş boş bakıyor bakıyorlarmış ufka...

yol

Sabahın erkeni.

Güneş geliyor ;

Laleler; lila, sarı, beyaz, beyaz...

Saçlarımdan kıpkırmızı kimya damlıyor.

Tüm sesleri uzayda kim soğuruyor

kim dinliyor tüm söylediklerimi ?.

Endişeleniyorum.

Yapayalnız kalmak gibi ; hışır hışır. Oradan çok uzaktayım ,

Ama sen bilmiyorsun. Dağlarla çevrildim.

Günlerdir ve gecelerdir tek tük uyudum.

Uyumayı isterken unuttum.

Kabayım biraz.

18 saatte 1000 km yol geldim, 12 araba değiştirdim.

Ah o tır şöförler, ah biz ucubeler...

Güneş açıyor yalandan.

Sabah 9 birası. Deniz kenarı.

yer üstü

Ağaçlar!

Ağaçlar dev yosunlar yeraltının aksında;

Kurumuş,

Suyu çekilmiş dünyada!

yer altı

yeraltında çıplak ayaklarım

yeraltında ölülerin tortuları

tırtıkla ayaklarımı solucanlar, tırtıkla...

(biraz gıdıkla...)

tutku

- ben siz ken nasıl uyuyor

Diye merak etti kadın.

- onu uyurken gördüğüm her seferde beraber girmiştik o yatağa.

Yastığa mı sarılıyor yoksa yorgana mı?

Acaba benim kadar yıpranmış hissediyor mu böyle anlarda

Bu gece boğazıma sarıldı diye düşündü kadın.

İlk kez biri boğazımı koluyla doladı.

Ve sıktı.

İyi.

Diye düşündü kadın.

Ve bıraktığı sigaraları yaktı.

Ve içti.

- Yani iyi olmasa da hala yoğun bir şey var aramızda.

Tutku diyorlar sanırım buna.

su

Bulutlar çalmışken güneşi

Ve sakinleştirirken bir kenarda,

İnsanlar için kontrolü imkansızken duygusuzluğun,

Ellerini beline koydu;

Tek parmağıyla tüm omurgasını düzeltebilmek için.

Bir suyun kenarında oturdu,

Ve varken olmamayı düşündü.

düşündü..

düşündü...

intihara meyilli olduğuna kanaat getirmişti hayatın.

peyote

Susmak belki soruydu sonuçta. Ama susmak bir söz değildi.

Adam dedi ki; ‘kimdir, nedir, nereden gelirsin?’

‘Ben bir peçeteyim’ dedi kadın.

‘Bir peyoteyim. Adım yok ve nerede olduğumu unuttum.’

‘ Çoktandır.’

Adam kızardı. Kadın kızardı. Güneş ve çöl kızardı. Her yer kıpkırmızıydı ;

Yakışıksızdı.

Tüm dumanları içine çekti kadın.

Sonra tüm otları, bitkileri, ağaçları. Dudaklarını çekti kadın.

Kadınları ve kadınlığını çekti. Çekti ki ne çekti ; herşeyin kokusu bitti.

Terbiyesizdi.

Ampullere dokundu diliyle. Diliyle duvarlara ve gecelere dokundu.

‘ Adınız neydi’ diye yineledi adam, yine.

Sorular kültablasıydı. Sorular kültablasıydı, evet, kültablası! Kimdiniz?

İlk tırmalayıştı bu yeni hayatı.

İlk kez kelimeler giriyordu birbirine ve yazmazdım normalde. Ama kimdi sorular? Birbirinize gittiğiniz barlar mıydı ya da konserler ve sigaralar mı? Tüm bunlar mıydı hepsi?

Ve bütün hayatının anlamı kedi, köpek, bira, kendi olan kadın oturdu. Dedi ki:

‘Adınız nedir?’ Adam dedi ki:

‘Adım... nedir ki? Birkaç çentikten ibaret.’

Kadın sustu. Susmak hoş değildi. Susmak soru değildi.

paha

Paha; biçilemez bir şeydir.

Brokoliler için biriktirdim göz yaşlarımı,

Pişirmedim,

Kafamı soktum kovaya.

ötenazi haksızlığı

Ötenazi hakkının olmamasını vahşice buluyorum. Aynı içinde yaşadığımız sistemde olduğu gibi.

‘Çalış! Çalışacaksın! Karşılığı ne olursa olsun, karşılığı olmasa bile çalışacaksın!’

‘Yaşa! Yaşayacaksın! Var olacaksın!vazgeçmiş, açlıktan ya da mutsuzluktan geberiyor olsan da, pişmanlıktan çıldırıyor olsan da var olacaksın!’

‘Sana sürünerek de olsa yaşama hakkını sağlıyor ve kendi isteğinle ölmeyi yasaklıyorum. Eğer bunu denersen küçük çocuklar görecek morarmış, şişmiş ölünü, yine aynı çocuklar kazıyacaklar kaldırımlardan paramparça olmuş etlerini. Oynadıkları topa bulaşacak kanın!’

‘İşte bu yüzden boktan olduğunu sandığın bu dünyada sana yaşamak hakkını veriyorum, ölmek değil.’

konsept

Tüm konsepti siktir et!

Kadın benim ulan!

Ağzına sikiştiğim mühendisler;

Doğru düzgün bir köprü kuramadılar aramıza.

Şu ferforje tırnaklarımla gırtlağından açıp seni,

Kalbini dudaklarıma dayamak istiyorum.

Benim için aşk bu ulan , bu!

O yüzden şu 15 milyonluk kasabada bir tek piç kurusu duramadı karşımda.

Dingaloo kalp dingaloo...

İçimde birşeyler var ; keskin.

Gırtlağını istiyorum.

Kalbini istiyorum.

Dingaloo...

Felaketler silsilesi ardımda,

Dilimde seni paramparça edecek sözcükler var,

Kulakların kanayacak.

Dingaloo kalp dingaloo..

Regl kadınların kokusunu alıyorum bu şehirde.

Ama kediler kanayamaz ; kısırdır hepsi.

Çürük kan kokusu beni tiksindiriyor.

Ben senin taze kanını istiyorum sevgilim.

Kalbini istiyorum!

Sen ufak tefek kadınların gösterişsiz bacaklarını inceliyorsun ;

Tümden düzgün bacaklarını.

Ben kendi bacaklarımı açıyorum sana ;

Gir içine,

Gir sıcağın diye..

koltuk değnekleri

Sahildeki elektrik direklerini koltuk değneklerin sanıyorum.

Kimi zaman güzel cümleler kuruyorum.

Senin hiç anlamayacağın.

Sende onları benim koltuk değneklerim sanıyorsun...

kızıl dereler

Bembeyazlıktan şeffaf gibi tenin

Ve benler kök salmış birer tohum gibi ,

Kim bilir kaç tane...

Nasıl sızdın rüyalarıma yine,..

Nasıl yakalayamadı seni kızılderili ağlarım...

Oysa ben o kızıllığı tenleri değil

Amerika’nın güzel nehirleri sanmıştım...

karşılaşma

Bu benim mutsuzluğum.

Ve onlar senin çiçeklerin.

izmir yangını

Gökyüzü mavi değil, turuncu bugün ; tentürdiyot gibi.

Gitmeyi severim. Dönmeyi de.

Tabi dönecek bir yer varsa. Bunu bir düşünün.

Gitmek için bir yere gerek yok.

Yalnızlık en sevdiğim sevişme şekli;

Hüzünlü, hırslı, sakin, kin dolu, aşk dolu, tehditkar...

Var ve yok olabilirim aynı anda.

Gökyüzünde tentürdiyot yüklü bulutlar var

Bacaklarımda yaralar.

Yağsa iyileşirim.

Aşık olmak acı çekmektir yüksek dozda ;

Burundan.

Eğer mutlusu varsa mükemmeli odur.

Çarşamba öğleden sonrası, gökyüzü yokoluşun simgesi.

Korkaklığımdan bahsedemeyecek kadar korkağım.

Şehirlerden, pis sulardan, sevmekten bağlanmaktan, aşktan korkuyorum.

Gökyüzü aynam gibi,

Pis, sinirli, turuncu yağmurlarıyla asfaltı kazısa yeridir.

Her yer turuncu! Her yer!

Perdeler, balkonlara asılmış biberler, çuvallar, gölgeler, kuru yapraklar, duvarlar, ışıklar, tahtalar, yüzüm, saçlarım turuncu !

Aşktan mı , kendiliğinden mi , yangından mı?!

Rüzgar götürse ya artık her şeyi...

hal

Yarım şişe beyaz şarap,

Yarrak şeklinde makarnalar.

Akıldan problem çözer gibi;

Aklımdan mastürbasyon yapıyorum.

Seks ölmüştü, uyuşturucular bitti.

Şimdi sadece sallan ve yuvarlan dünyada.

değişim

Ruh’u geri kazandı yılan.

Nefretini kaybetmedi.

Ve merhametini.

bulut

Üzerinde yüklü uyandığım negatif bulut.

Yaklaşmayın bana.

Çok mutsuz olacaksınız.

böcekler

Kargalar, solucanlar, yılanlar, çeşit çeşit böcekler peşimizden gelenler...

Ne kadar güzel bir gün, ne kadar...

Ama bunları da yarın unutucam.

Yoğunluğunu. Hissini. Güzelliğini. Mutluluğumu.

Herşey gibi o da manasını yitirecek.

Ve tüm o köpekler, sürünen solucanlar, ağaçtan ağaca uçan ve izleyen kargalar.

Ve türlü türlü böcekler...

böcekler...

böcekler...

bar diyalogları

bir kişi ölecek,

her bir çemberde bir kişi gidecek.

-ve ölümden korkan biri var aramızda.

-Ve evrensel yalnızlık var.

-bana şarkılar söyle...

balonlar

Ben o kelimeleri çarpıtmadım sevgilim.

Hepsi beynimin içindeydi,

Onları ağzıma getirdim.

Çiğnedim...

Çiğnedim....

Sana büyük balonlar şişirdim...

Uçabilirdin.