Dürtü


Alışılagelmiş bir evin yokken
Ve evin yollardır bir çantayken
Ve o çantanın her gözünde bir oda gezebiliyorken
Her geçen gün, bir kişi olmanın yanında, bir yere de dönüşüyorsun.
Koklayabİleceğin kitaplar
Ve dokunabileceğin çocukluk fotoğrafların en büyük yoksunlukların oluyor.

Rüzgarın kısık sesli bir tınısında
Veya karamsar bir bulut çekilirken güneşin aşkından
Ya da bir ayağı kısa yapılmış bir masanın altına konmuş,
Kıvrılmış bir karton parçası gördüğünde
Hafızanın en ücra yerleri seriliyor şimdiye yine.

Birşeyleri özlüyorsun eskiye dair,
İnsanları geçiyorsun, mekanları geçiyorsun özleminde
Ancak geriye bir hissin garip özlemi kalıyor; adını koyamıyorsun.
Ve tutup, bir karton parçası koyup, kendi ayağının altına
O kırgın duruşu düzeltemiyorsun.

İşte o zaman başlıyorsun zodyakın yıldızlarını sıraya dizmeye
Yine de rahatlayamıyorsun.
Ardından çiçeklerin etrafındaki kurumuş otları yoluyorsun,
-belki biraz haşince
O da olmuyor.
Bir sayfaya göz atıyorsun ama elin gitmiyor sayfayı çevirmeye.
Bir nefes alayım diye çıktığında dışarı
Ayın ışıkları dökülüyor üzerine,
Her yer ışıl ışıl sırılsıklam oluyor,
Ayağın kayıyor, daha yeni tırmandığın hafıza çukuruna geri yuvarlanıyorsun.

Ardında bıraktığın şehirlere bakıyorsun dönüp bir
Bir bakıyorsun kaç köy, kasaba, kaç bahar geçmiş
Arada kaç dostun hayatı geçip gitmiş.
Bakıyorsun kendi içinden neredeyse bir ömür geçmiş.
İnsanın evi sevdiği yer diye diye kaça bölmüş kalbini, kaç yerde bırakmışsın
Bölündükçe nasıl hem çoğalmış
Hem ne sarmaşıklar yetiştirmişsin içinde yer açtıklarına.

Özlem, güzel bir kız adı olmalıydı
Ve acı, 
Sadece bir damak tadı olarak kalmalıydı şu dünyada.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder