yemek endini


İki filtre koyuyoruz dünyaylaramıza
Bir gözlükler
Bir perdeler.
Kahveleri saymazsak tabi.
Ağaçları kökünden yıkarcasına
Rüzgarlararalık kışında
Şıkırdayan resmen; yapraklar.
Hani hiç seller basmamış, daha önce hiç olmamış gibi mevsim.
Yorgana bürünmüş bebek et
En uykulu gülümsemelerini sunarken
Sessizliğine öğlesinden sonrasına pazarların
Kediler köpekli parkın taşlarını asfaltlıyor
Kötü birkaç hatıra tırmalıyor kıvrımlarını damarların
Da olsun
Kabuklar iyidir.
Birg ün uyandığında fark edeceksi n’olmadığını
Eksikliği öylesine sessiz kapanmış.

çömez gece


Çözümsüz bi rakşamdık sonuçta.
‘sızınca kapı’yı geçemiyorduk
Tekerlemelerce çarptık ağız burun
İnanmamamız gereken hikayeler var gibiydi.

ayy köpeği


Sümüksü bir gezegenin çöpleri
Odundan tatsız, kalemleri işlevsiz, ruhları yaksan yenmez.
Tadı;
Kararsız, kıvamsız döllerinin.
Sebep sonuç, geçmiş zaman, çökmüş zaman, susuz zaman,
Kusan zaman, kısır zaman, kimiz aman, sen, hani esirgersin ya
Tüm nezaketini, terbiyeni tüm dünyadan.
Ve sessiz kalır herkes şaşkınlığından
Ve sen kendinden akar, taşar, tanımadığın insanların kollarına sığınır,
Onlara ennn güzel yüzünü gösterir
Ve istesen dahi kükreyemezsin ya yüzlerine ne derece çirkin olduğunu

Tütmesin burnunuzdan
Tütmesin aşkın seli.
Siz gidin kimi tasvirsiz sesler çıkarın ay ışıklarında
Sandıklarınızın dibindeki kimi tonsuzların olun.
Biz kalıp bakalım hayretle dünya nasıl da değişmiş
Nasıl da kimlerin yüzü
Ayın ışığında diye.

Sizin ki ölü çocuklarımızı dile dolayacak kadar ağzı çürük;
Diliniz,
Bırak şarkı söylemeyi
Sesinizi döndüremesin.

kaos büyücüleri


Hikayenin bir kısmı minik çelişkilerle dolu...

Kasvet, zamanla yerleşmişti şehre, tüm duvarları, taşları yosun tutmuş, yeşilleşmişti. Üzerlerinde türlü böcekler, salyangozlar, solucanlar sürünüyordu. Doğa tekrar ele geçirmeye başlamıştı herşeyi. Bunların hepsi korkunç olayların sonucu olmuştu. Günlerce yağan bembeyaz kanat rendeleri toprakları dondurmuş, muşambalar içinde üretilen, petrol tadında besinler bile büyüyemez olmuştu. Güneş tüm sıcaklığını çektikçe dünyadan, ateşin de söndüğünü görmüyordu zavallılar...

Artık kimsenin birbirine güveni yoktu.

Hatırlarsınız; yeşil saçlı o güzel tanrıçanın karnından kazınarak çıkarılan madenler için, o güzel, olgunlaşması beklenmemiş bebekler için, artık eskisi gibi kimse hiçbirşeyi kurban etmiyordu. Bu yüzden o madenler artık tüm bu yaratıkların hayatını kolaylaştırmak yerine sadece canlarını alıyorlardı. Aptal insanoğlu kendi cenneti yerine kendi cehennemini yaratıyordu çürüyen tırnaklarıyla...

Aptal  insanoğlu tanrıları bile tek tanrı yapmıştı. Her canlının, her cansızın, her bir şeyin ruhunun olduğunu unutmuş, kendi vücutlarının bile pek çok organdan,  pek çok maddeden meydana geldiğini unutmuş, kendilerini gibi tek sanıyorlardu tüm tanrıları da.

Ve tüm bu tekinançlılar, tüm tanrıların, tüm o muhteşem ruhların, bu bencil, bu aşağılık yaratıklardan, bu dünyadan elini ayağını çekmesine sebep olmuş, uzaklardaki yeni dünyaları izlerken, bu beyinleriyle övünen mahlukların birbirlerini acımasız, manasız katline bakmaya tenezzül bile etmemelerine sebep olmuştu.

Dünyanın en zamlanan anlarından en herhangi birinde, en olmaz bir anda ve gelmiş geçmiş tüm haritaların tam ortasında bir kasaba vardı; iki denizin ortasında ve iki kulağı iltihaplanmış, kendi tanrılarına şark koşan, ölümsüzleşmek için öldüren sessizce; kanı içinden oluk oluk ama kör, sağır ederek akan.

O sahil yörelerinde, tostların içine çiğ balıklar koyuyorlardı. Albinolar bunlarla besleniyor ve kılçıklarla dişlerinin arasını temizliyorlardı. Dünya korkunç zamanlarından birinde dahaydı. Fazla söze gerek yok; ne çok kadim günlerdi ne de çok güzellerdi.

Tutarsız sesleri seven cadı, kendi kafasında da tutarsızdı. Hazdan yaptığı büyülü bir kıyıda yaşıyordu, duvarları yaladığında omurgası dikleşiyordu tekrar, yıkılan her duvar onu ve diğerlerini daha da yaklaştırıyordu sonsuz karmaşaya. Büyüye inanıyordu ve büyülerle boyuyordu hayatları.

Cadı, olan bitenden oldukça rahatsızdı. İnsanların elinden tüm dostlarını, düşmanları da olsa tüm diğer garip yaratıkları ve ruhları kurtarmak istiyordu. İnsan yılının ilk gecelerinden birinde evinde gözlerini kapadı, elini bacaklarının arasında, kasıklarında gezdirdi. Tüm hilkat garibeleri, tüm o garip ruhlar için kendi içinden çıkan suyla alevlendirdi evindeki ateşlerini, bütün o garipleri korkunç bir güç için evine davet etti.

Ertesi sabah kediler, köpekler ve cinler uyandırdı cadıyı, kendi tüyleriymiş gibi yalıyorlardı kadının siyah beyaz saçlarını. Cadı insan uykusunun karanlık perdelerini kaldırdı, büyük pencerelerden içeri soğuk ışıklar girdi, gölgeleri giyindi ve kapıdan uzandı.

Çıktığı sokaklar binlerce cücelerle, cadılarla, yüzü olmayan adamlarla, ördek ayaklı insanlarla doluydu. Kuğular daha yeni uçmaya başlamışlardı gökyüzünde. Yağmur yerine sinekler yağıyordu gökyüzünden o günlerde.  

Uzak bir kayanın üzerinde yaşadığı rivayet edilen ve yosunlara tapan şifacı geldi ilk olarak aklına; kadim bir dostuydu, pek çokları tarafından sevilen, doğru sözlü bir büyücüydü. Onu bulmak için gölgeleriyle dar sokaklardan, kanallardan, bacalardan geçti. Hissettiği keskin soğuk kanını dondurmuştu ama içindeki o istek durmasını engelliyordu.

Yosun saçlı büyücü aniden belirdi karşısında; ‘Biliyordum beklediğini ve bekliyordum bu zamanı,’ dedi.

‘Güzel,’ dedi orospu ruhlu cadı, ‘Zaman geldi.. Yüzyıllar öncesinden dostumuz o korkunç aynalı gardiyanı da katmalıyız aramıza. Ne kadar kalabalık olursak o kadar çabuk getirebiliriz o günleri.’

Aynalı gardiyan tüm zamanların çirkinliğiyle bekliyordu güçlü karanlığın kapısında, varlığının etrafındaki aynalarla yaratıkların içlerindeki kötülüğü kendilerine geri yansıtıyordu. Ve bilirsiniz, herhangi bir şeye karşı durmak ondan sonsuzca uzak olduğunuz anlamına gelmezdi.

Tanımlayabildiğiniz, anlayabildiğiniz herşey sizde de var olurdu.

Dans ederek yürüyordu cadı ve şifacı, dilleriyle dudaklarını yalıyor ve kendi etraflarında dönerek ilerliyorlardı, beyaz, bembeyaz albinoların arasındaki tek karanlık gölgelerdi ikisi.

Tüm bu karışıklığın ortasında durdular, etrafı koklamaya başladılar. Aniden arkasını döndü cadı ve uzaklarda ilerleyen adama baktı, ona doğru ilerledi. İkisi de aynalı gardiyanın yanında durdular. Gardiyan onları görünce aynalardan gözlerini araladı; ‘Bunca uzun zamanlardan sonra ne istediğimizi biliyorum kesin olarak.’

‘Kaos’ dediler aynı anda. ‘Ve kudret.’

Gardiyan herşeyi anlamıştı. Birkaç kişiye daha ihtiyaçları olacaktı; büyük bir büyü istiyorlardı, büyük bir kaos, büyük bir güç, büyük bir yıkım! Her türden cadıya ve her türden inanca ihtiyaçları vardı.

İnanç; gerçekliğin en büyük yaratıcısıydı.

Ejderha yılının ilk gecesinde, dünya olarak kova burcuna girildiğinde, insan yılının ilk yeni ayı, o yılın ilk erkek ayı pırıl pırıl bir tırnak bile değilken göğün bir yüzünde, beş cadı, beş garip ruh, beş deli büyücü buluştular. Şifacı kimi otlarını tutuşturdu köşelerde, gardiyan sırlarını ateşe çevirdi yüzüne yapışmış binbir ruhla, cadı yaktığı ateşi nefesiyle harladı ve o sözleri söyledi.

Ateşin içindeki tek ve hiçten oluşan sarı elmayı aldı cadı ellerine, elma renk değiştirdi, elma şekil değiştirdi, elma bir elma olarak durmadı an’larda ve onlar o elmayı kestiler ve saplarına, tohumlarına değin yediler beş kenarlı, yıldız meyveyi.

Gecenin sonunda ilk kararlar alınmış, ilk büyük ateşlerinin ruhu hem içlerinde hem etrafta yanmaya başlamıştı. Bu, önemli bir davetti.  Kaos gelecekti, getirilecekti; hem dünyanın her yerindeki diğer hilkat garibeleri, hem de onlar tarafından.

‘Bundan böyle’ dediler,
‘İlk görevimiz, insanların dilinde şahsımızı belirten o kelime, tüm güzel nesnelerin ruhların kendimize aidiyetini belirten o kelimeler, hepsi, öncelikle beynimizin, sonra dilimizin kontrolünde olacak. Biz o kelimeleri öylesine kullanmayacağız ki, o kelimelerin gücü büyüyecek, dillerimizi ve zihinlerimizi öyle dikkatli kullanacağız ki; günü geldiğinde kendimize ait olan o kelimeler, şahıslarımızla öyle bütünleşecek ve öyle güçlenecek! O kelimeleri kullanmadıkça kendi sınırlarımızı öyle bilecek ve öylesine hakim olacağız kendi gücümüze!’

‘İkinci görevimiz’ dediler;
‘Rüyalar görmek. Öteki dünyalarla, ruhlarla, hislerimizle öyle bütünleşeceğiz ki, gözü açık ya da kapalı, isteyen ve istemeyen tüm insanlar bizi düşlerinde görecek, biz geleceği düşlerimizde göreceğiz. Gelecek düşlerimizle şekillenecek!’

‘Üç’ dediler;
‘Yazacağız. Kayıt tutacak ve her bir garibe, her bir fakire, herkese anlatacak ve yayılacağız. Herkes kendince, kendi tanrılarıyla ve ruhlarıyla, kendi güçleriyle, kendisi kadar bizi bilecek, tanıyacak, inanacak! Böylelikle büyükten de büyük olacağız! Güzelden de güzel gelecek kargaşamız! Ne geç ne erken, ne az ne de fazla! Tam zamanında ve tam olması gerektiği kadar!’

Gecenin sonunda ateşlerini yeni dünya için söndürdüler; yeni dünyada tekrar, ancak daha büyük, ancak çok daha büyük alevlendirebilmek için!


İşte böyle sevgili dünyalılar, sevgili garipler, taşa tapanlar, toprağı sevenler, albinolar, cadılar, cüceler, ölüler, ruhlar, deliler, sevgili kardeşlerimiz...

Geceleri rüyanızda gezinen, size iki kelam eden  kimi garip yaratıklar çıkarsa karşınıza, iyi dinleyin; onlar biziz! Sizi ve tüm delileri kendinizin kudretine davet ediyoruz, sizi kaosa çağırıyoruz! Biz ki kaos aşıkları, biz ki kaosun çocukları, hepinizi, her nerede olursanız olun, ne yaparsanız yapın, ilahi kargaşaya çağırıyoruz!

Körler köyünden hepinize selam olsun.





yoğurt-balık


Kadın oturduğu masadan mutfağa biraz bozuk yoğurt ve dört günlük balık siparişi verdi.
İntiharın kolay yollarından başlamayı düşünuyordu. Ölmezse bağışıklığı güçlenebilirdi.
Ölürse zaten ne olacağını bilmiyordu.

Adam siparişi tam olarak anlamamıştı. Sodalı bir balık yapmaya kalkıştı ki bu kadına hafif gelecekti.

Kadının geleceği beklemeyi redddettiği noktada gelecek yemeği beklemesi saçmaydı.
Kalktı.

Mutfağa girdi ve bulaşıkçıyı iterek lavabonun deliklerine parmaklarını sokup, yeterince kesilene kadar döndürdü.

Artık iki tırnağı kullanılamayacak durumdaydı.
Bu iyiydi.

Tezgahtaki limonu aldı ve boş tırnaklarına sıkarak yürümeye başladı.

Küçük acılar hayatı büyütmüyordu.
Mutfaktan çıktı.

Küçük acılar sadece bağışıklık içindi.
Gelişmiş yöntemler denemeye karar verdi.

penguenlerle japonlar


-Burda, bir hayvan bahçesinde pengueni hortumla yıkıyorlardı.
 Muhtemelen bizim cilt hastalıklarımızı taşıyorlardı.

-O zaman bütün afrikalılar da senin için aynı.

-Evet. Japonlar da öyle, adamlar hep aynı şeyi yiyip içiyorlardı, bu yeni değişti.
 Ama yine de bütün penguenler bence aynı.
 Ve tek eşli.

-Ben yeterince tanımıyorum.

-Penguenler aynı
 değil.
 Çünkü algımız o kadar.

-Peki ya aslanlar?

-Onlar farklı. Kedileri daha çok tanıdığımız için.

-Penguenler aynı çünkü hepsine aynı buzdan yansıyor.
 Bu da çöl ve kutupların benzerliğini açıklıyor.

luna'ya


Rekabetten rağbet göbek adımız.

Sinsi planlar yapacak bir mizaca sahip olmadığımız gibi,
Sinsi işler peşinde koşacak kadar zeki değilizdir.
Bırakırız o dünya onlara  kalsın, biz dalgamıza bakarız,
Denizde zordur çünkü dalgalar, kürekler, dümenler,
Yeterince.

Biz ölü çiçekleri diriltmeye çalışır,
Ölü ağaçlara sarılırız.
Biz lunayla bir gün denk geleceğimize inanır,
Ona göre yaşarız.
Biz uzaya inanmasak da, ruhuna inanırız kendi aklımızca.

Bizim anne ve babalarımız ölüdür belki,
Belki vardır ancak yoktur,
Biz bunu da severiz,
Dizlerine yatmamış olabiliriz hiç, hiç saçımızı sevmemiş olabilirler.
Ama işte biz o sevgiyi esirgemeyiz birbirimizden.
Birbirimiz bir birimiz oluruz.

Şelalelerde yıkanırız mesela,
Yosunları yalar kayalardaki, suyunu içeriz,
Periler falan değildir olduğumuza inandığımız,
Zaten tanrının ve şeytanın yarısıyızdır,
Zaten dünyayı biz değiştiriyoruzdur, zaten biz dünyayızdır.
Zaten bunu biliyoruzdur.

Siz görmüyorsanız, o sizin hatanızdır.

Biz ipektenmişcesine soluyoruzdur hayatı.
Biz körken ve karanlıkta ve nefret içindeyken bile seviyoruzdur onu.
Biz kaosun ve dinginliğin birer yarısıyızdır.
Bizim için ölümden öte aşk var.dır.

Sizinle de bir gün kesin görüşürüz.. 

7


O gece 7 ay gördüm.
Hepsi birbirinden ölü,
Birbirinden parlaktı.

O ölü 7 yaprak
7 ölümsüz çiçeğin ayalarıydı;
Kör oldular çiğlerle.

O gece kocaman bir tek bulut
Gökle arasını kesti yüzün.

O gece kediler suya girdi
Köpekler tümden uludu kuşkuyu.

Öyle sesler geldi ki dışardan
Sanırsın çocukları demirlere vurdu
Sanırsın kalçalarından çiviledi kadınları
Erkekler elleri bağlı boğuldu.

siz-biz


Ve sonuç olarak,
Ben korkunç kendim
Ve garip arkadaşlarımla
Senin dünyana sığamam.

Biz belki çok büyüğüz,
Kabul ediyor, seviyor ve abartıyoruz.

Sizse belki pek bir küçümsüyorsunuz dünyayı.

Biz aklımıza geleni söylerken yüzüne yüzüne
Siz susuyorsunuz tüm hikayeleri.

Biz belki kaybolmuş, kaybetmiş, nefret etmişiz.
Şimdi elimize her geçene aşkla bakıyoruz.
Hayranız her tavra;
Birbirimizi cinler, periler,kötü ve iyi niyetler,
Düşler sanıyoruz.

Sizin sesinizse ancak karanlıkta çıkıyor.

Biz karanlıkta görmeyi biliyoruz.
Her daim.
İyiyi-kötüyü.

aralanılır!!!!


Katil orospuyu parmak aralarını temizlerken yakaladılar!

Günlerden saçma günüydü.
Huzursuzluktan ziyade tacavüz zamanlarıydı.
Uzantısı olan kimi götünden skişeciler etrafta çükleriyle oynuyor,
Ufak kalabalık gruplar halinde
Deliği olan herhangi yaratıklara saldırıyorlardı.
Uğursuz adamlar..

Taşakları bozuk bezelyeler ağzımızda.


Ölümlerden ölümler beğeniyoruz.
Va hayatta pek az şeyi.

yelken pazarı


Sistemlerin boktanlığından bahsediyoruz bu masada
Söylemek istediğimiz ölümsüzlük aslında,
Herkesin bizi, birbirini ve herşeyi hatırlayacağı zamanlar..

Sana bu gemici tuvaletinde şiirler okumak istiyorum,
Ona bu masada umutsuzluğun ölümünü anlatmak
Ve diğerine, şu rüzgarlı balkonda aşkın,
Sonsuz, ölümsüz ve iki kişilik olmadığını anlatmak istiyorum.

Mobil bir riya değil bu.
Tanrı bey,
Her dakika ne güzel.
Benimle dans etsene..

Bu bir rüya değil.
Ve ölümü düşlemiyor olmam bir hata değil.

Sen bugün minik bir yelkenli ve yanında genç bir oğlanla denize açıldın.
Direksiyonun sende olmasını seviyorum.
Vitesi kendim alabilirim.
Ama rüzgarı değil.

Biz benzin taşarak geldik peşinizden,
Beş kişiydik.

Buraya dolu yağarken ulaştık,
Dünyanın dağınık bir bahçesindeydik;
Ağaçlara dayalı ağaçlar,
Ağaçlara dayalı direkler vardı.
Siz denizde rüzgarla açıldınız,
Biz peşinizden süzüldük.

Motorumuz durdu ve biz durduk.
Siz rüzgarla uzaklaştınız.
Uzaklarda yağmur dökülen bulutlar vardı.
Bakakaldık.

Üzerimize esti bulutlar,
Biz geri döndük,
Siz sürüklendiniz.
Uzak kıyıdan sizi izledik.

Geri döndüğünüzde güzel bir yemek yedik;
Yumuşak patatesler, plastik tavuklar ve muhteşem bir makarna vardı.
Dotçkai bir muhabbetimiz oldu.

Gri bulutları söndü tuzların,
Olur olmaz düşündük yarını.