Pençe gibi düşümde




Kıtalar ötesine yağmurla indik gök yüzünden.
Taştan, buz gibi duvarları olan bir ev verdiler bize, çok büyük, çok eski.
Nefeslerimiz ağırlaştı, ellerimiz uyuşuk.
Ne varsa giydik üzerimize, bodruma indik.
Az biraz kalabalıktık.

Taşlar daha da soğuk, daha da ıslaktı,
Kediler,
Tırnaklarına pıhtılaşmış kan, irin yapışmış kediler
Sinirle dolaşıyordu etrafta.
Kapılar, odalarca odalar vardı etrafta.

Ancak o şey ne idiyse  kedilerin içine girmiş olan, yaklaştı bize mahzende.
Ve irinlerle sızdı gözlerimizden içeri kedilerle.
Bakışlarımızdan geçti, girdi içimize.
Yapışıp kapanan gözlerimizle el yordamıyla bulduk,
Buz gibi taş duvarlara dokunup, nemiyle sildik yüzümüzü, yamulmuş ağızlarımızı.
Az biraz açıldı gözlerimiz.

Gecenin geçinde,
Yatarken ve dolaşır, düşünür ve düş görürken tüm taş bina,
Arkadan ve yerin altından büyük taşlar oynadı, kapıları açıldı.
Yeri büyük sular yardı,
Suyun büyük uğultusu dondurdu kulakları.
Korkudan titrer, birbirine yapışır halde bekledi sakatlanmış insanlar.
Suyun sesi susturdu insanları.

O büyük su, binanın altından, her yanından akan su
Tüm metalleri çekti insanların vücutlarından dışarı.
Dolgularını söktü dişlerinden, kemiklerini oynattı,
Sakatların platinlerini, boyunlarını kolyeleriyle,
Bileziklerini kollarıyla, parmaklarını yüzükleriyle.
Hiç kan akmadı.
Metalleriyle parçalandı herkes.

Zamanı gelince sustu su.
Çekildi.
Parmaklar, dişler yerine geldi;
Sade.
O bodruma gidildi tekrar, ıslak duvarlara dokunuldu,
Yosunlar dondurdu bedenleri.
Herkes yerin altında adaklar adadı;
Sular kabarıp, tekrar almasın canlarını diye.

Pek çok fanusun içine koyuldu eşyalar, elbiseler, metaller, kalpler,
Pelerinler, cüppeler ve kaftanlar ve sökülmüş dişler kondu.

İnsanlar anladı;
Herşey tersyüz olacak,
Herkes hakkını bulacak.
Yerin altı üstüne geldiği gibi,
Yerin altı alacak kendi canlarını geri.

Geçmişe mazi, geleceğe niyazi...

Sanatçılar? Aydınlar?
Evet, size dedim sevgili düşünücüler, vatanseverler, halkseverler, insan ve hayvanseverler, din-dil-ırk ayırt etmezler, üreticiler, yazıcı ve çizici ve el işlerinin en hayırlılarına yeltenenler, hukukta, politikada dalavereye karşılar, ama ah, sizler ve bizler...
 
Evet, 19 yıl öncesinde diri diri yakılan insanlarla yandık yine ‘2 günlük’.
Şimdi birileri kalktı yine bir sergi seriyor.
Hayvanlara da serdiler geçenlerde, herhalde internet yasağına da, ne bileyim, başka bir şeylere de serdiler... Serecek neden çoktu bu aralar, malzeme de boldu sanki...
Vallahi gitmedim. Gidip bakmadım bile.
Umrumda olmaz.
 
Çünkü biz, kendi kedimizin yumurtalıklarının var ve yok olma hakkını elinde bulundurabiliyor, gündüzün gözüyle sokaktaki sakat köpeğe dokunamıyor, gün aşırı o korkunç şirketlerden ‘o kanlarında hapsolmuşluk akan tavuklar’ı yiyor, hatta önümüzde insan dövülürken uzaklaşıyorken ve bugüne bugün gözümüzün önünde soykırımlar yapılıyor ve haydi söylemeyeyim dedim ama cebimizden çıkan vergilerle alınan silahlarla, daha yepyeni -bak, yılı bile dolmadı- onca küçücük çocuk bombalanıyor, masum pek çok insan birkaç yıla kalmadan öldürülmek ya da o hapishanelerde çürütülmek için alınıyorken... 

Neyi seriyor, neye bakıyoruz, kime gösteriyoruz be yavrum?
Hiç mi utanmamız yok? Biz seçiyor, biz ödüyor, biz yapıyoruz.
Hani diyorlar ya ‘Allah için’ diye... O Allah’ın nezdinde biz, gören, bilen ve de değiştirmeyenler, hepsinden daha günahkarız. Verdiğimiz bunca para ve bunca zamanla hepsinden daha suçluyuz.
 
Biz şimdi;
lise öğrencilerinin –yani reşit olmamış, hatta belki milli bile olmamış o çocukların– önünden peynir-ekmekleri suç unsuru diye alınırken, ‘atatürk’ü mü savunuoyn layn’ , yazmak ve düşünmek suçundan içerde sayısını bilmediğimiz insan varken, ha unutmadan, saçını kesti diye bile gençler tutuklanırken, kadınlar barda dövülünce, “Ay sarhoştum, hatırlamıyorum,” diye ifade değiştiren tanıklarla suçlu bulunurken, satılan ve zorla sikilen kız çocuklarının adı orospuya çıkmışken, çocuklarımızın 5 yaşından itibaren köle eğitimlerinin başlanması söz konusuyken,
üstelik, orda,
 
Sivas’ta, o gün, o saatler boyunca, 6 adam mı yaktı ulan oteli?
Yoksa 10 adam mı bekledi cayyır cayyır olsun diye?
Biz niye bekledik 19 yıl?
 
Bugüne kadar sanki sütünü emdiğimiz adalet katilleri bulsun diye mi? Yoksa ‘Allah’ın adını nefretleriyle dünyanın rezilliklerine göndermiş adamlar bunu çözer diye mi bekledik?..
 
Bırakın bunları. Her koyun kendi bacağından asılır da hangi koyun kendini asar?
Ancak bir keçi belki uçurumdan yan yan koşar. O bile kendinden sanmam ki o kadar utansın..
 
O günün suçlusu 5 adam mıydı? Yoksa dizi dizi şehre ‘piyangocular’ mı taşınmıştı? Milletin ekmek alacak parası vardı da otobüsü kolay buldular değil mi? Yoksa 6-7 Eylül’de olduğu gibi tutuklanacakların yüzlercesi seyyar satıcı, dilenci, işsiz mi olmalıydı?
Kaç suçlu yeterli bu katliamlara? Kaç silah yeter?
 
Şimdi boşverin, biz ölüler için protestolar yapalım, sergiler serelim, adalet diye haykıralım, hala ve hala ağlak bir halde acımızı bağıralım, isteyelim ve istedikçe isteyelim.
O arada yeni yakılacaklar, yeni gazlanacaklar, coplanacaklar, öldürülecekler listeleri hazırlansın, gitmeden adımızı yazdıralım. Yeni gençler, sanatçılar, düşünürler alınsın içeri, duruşma çıkışında masum insanlar gazlansın. Nevruz’da patlatıp, aman bu dinibozuklar yaptı diye bok atacakları yeni bombalar yerleştirilsin, biz bugüne hiç bakmayalım.
 
Biz oralarda olmayalım. Biz bir olmayalım.
 
Yerimiz sergi salonları, ev toplantıları, bar toplantıları, internet yazılarıdır.
Serdikçe serelim, sandıkça atalım. Üretiyorum ay canım, fikrimi savunuyorum, hakkı böyle arıyorum, onların anısını yaşatıyorum deyip, köşelere imza atmayı amman unutmayalım.
 
Bir 20 yıl sonra da birileri kalır da bizim için ağlarsa,
Bu da hepimize müstehaktır.

 

Not: Niyazi (Farsça): Yalvaran, yakaran.