sanrı mektuplardı


sesi açma diyorum
sus
yalnız kalmak istiyorum diyorum.
ne istiyorsam tersini yapıyorum.
rezalet bi karıyım.

biraz bilek sızısı arıyorum
kan revan
ve etin sızıntısı
toparlar, bir araya getirir dünyayı.

ensemde saçlarıma takılmış ördek yavruları var
olmayanların hataları  yaşanıyor.
ördekleri travertenlere fırlatıyorum.
ardından tüm çimenler dilim oluyor.

çimenlerdeki onların tenleri kokuyor
ateşler içinde tüm delikleri.
ve birbirimize aşkımızdan onlar korkup kaçıyorlar
ve biz birbirimizi severken öldürüyoruz.
ama onlar koku almıyor.

suçu atacak birileri olmasa da aynı.
sevilesi bir gerçekliğimiz yok
yalnızız.
kokan, ancak koklayamayan ve korkan onlar.
böyle kıyamette cesaretleri çalışmıyor.

kendimize sarılıyorum.
tırnaklarımız saçlarımız uzuyor
ölü parçalarımız uzuyor
ve onlara sarılıyorum
hissiz parçalar arafta dağılıyor.
hangi hakaret daha gerçek?

intiharın serin yollarını sorguluyoruz
rezalet durumda içer organlar.
oysa aslında güzel olanlardı
bunca nefretten önce.
peki bunca ruh nereye sığıyor ?
yalanlar  mevsimlere göre sökük...

huzur ve hüzün peşpeşe
ve hergün sonsuzluğun parçası olduğuna göre
heplikte şaşılacak bir şey yok

tabii


çok durgun
-çok yavaş, sular- gibi.
ama tam içinde
dingin suların / gözlerin olmadığı bulanık.
çok sessiz ve agır hüzün
tüm varlığıyla kucaklanıyor
hiç olmadığı kadar yakışan.

-tuzaksız zamanı bekleyen
çünkü kendi bir tuzak olan-

hükmeden korkuysa eğer
bu acınası olurdu.
o yoğunluk zamanın süpüremeyeceğiydi.
hayallerine düşkün
olmayanların güzelliği
bütün olasılıkları sular.
tabiat.