Sıska
uçurumların dışına kaçan tekerlerle yollandık uzak koya,
Mevsimdendi,
dağın tepesinde hep yüklü bir bulut vardı
Arada
haşin fırtınalarla sevişerek,
Üzerimize
indiren.
İnde
saat her daim 10.30’u gösterdi.
Akşam
henüz bitmedi
Ve öğlen
daha olmadı.
Her şey
için zamansızca vakit vardı.
Bol
turunç toplayıp sıktık
Oduna
giden erkekler dikenlerine aldırmadan kaktüs meyveleriyle döndü yanlarında
Kimi
şüpheli ayvalar pişti sobada
Bulamaç
mantarlar toplandı.
Koyu
karanlıkları aydınlatan felaket bir fırtına çıktı
Ve ulu
kayaları beyaz ışığa boyadı,
Dağı
vurdu şimşekler,
İnin
kökü titredi.
Adem ve
Havva uyudu dizlerimin dibinde gecelerce.
Şimdiyi
tam ve en güzel yaşayabilmekteydi doğum.
Önce
burunlarımızı boyadık yıldızlarla,
Arından
gök dudaklarımıza inip, damaklarımıza yapıştırdı kendini;
Pan bize yine güzel hikayeler vaat ediyordu.
Pan bize yine güzel hikayeler vaat ediyordu.
Batının
sarp bir yamacından aşağı,
Darmadağın
su tanelerinin dev bir buluta dönüştürdüğü sahile yol aldık.
Ormanda havada
süzüldük.
Yorgunluk
sinsice yayılırken bedene,
Bir
ağacın altında yeşil yaprakları soluklandık.
Sahile
ulaştığımızda kayaların üzerinden
Tek bir
kanadıyla hepimizi yutabilecek dalgalar patlıyordu kumlara.
Karşısında
saygıyla selam verip, romumuzu yudumladık.
Damlaların
sargısı içimizi ısıttı dağdan sonra
Biz
belki birer balığa döndük yeryüzünde, havada ve suda.
Biz
evrenin utangaç misafirleri,
Dünya;
güzelliğiyle iç ürperten.
Güneş
mayhoş bakışlar atarken
Venüs
kanından gelme, tok, uzak bulutlar ardından,
Havada uçan
su damlaları
İçinden
geçen her zerre ışığı 7 renge bölüyor,
Hava
akan renklere dönüşüyordu.
Bulutlar
eklemlenmek için birbirlerine yaklaşırken
Gökte
rengarenk fraktallar yayılıyordu.
Hava
dokunulabilir, tadılabilir bir resimdi aslında.
Bir süre
ayrı dolandık uzun sahilde,
Havayı izledik.
Suyu
dinledik.
Kendilerimize
sarıldık.
Karanlık
paçalarından sızmaya başladığında geceye
Doğu
yamacında bir çardağa sığındık.
Diz
çöktük yan yana,
Bulutların,
denizin ve kumların
Öyle
mavi, öyle kızıl-kahve geceye geçişini izledik hayranlıkla.
Çardakta
dört bir yanda karanlık esiyor, kumaşlar uçuşuyor,
İçerde,
havada asılı bir yatak salınıyor,
Yakılmaya
çalışılan ateşin tutmayan alevleri geceyi kesiyor
Ancak hiçbir
şey tutuşmuyor, suyun altında ateş ateşlenmiyordu.
Soğuk
sızmaya başladığında paçalarımızdan tenlerimize,
Vadinin
içlerine doğru ilerledik.
Ardımızda
bıraktığımız ormandan çıkarken kendimi arkada unuttum,
Pek
tekin olmayan ruhlar beni karanlığına çağırdı,
Dengem
bozuldu,
Yosunlu
zeminler, kaygan kütükler, uzanan dikenler, yuvarlanan taşlar aştım.
Diğerlerini
bulmak için ateşi çağırdım.
Uzaklarda
ince bir alev yandı.
İlerledim.
Vadinin rahmine
hareket ettik sessiz ve beraber,
Orman sisli
ve esintisizdi.
Ağır
ağır sokulduk içine,
Ay,
ışığımız oldu.
Orman
sıcaklığını verdi bize.
Dönüş
yolu için sahile geri döndüğümüzde
İşte bu,
zorun başlangıcıydı.
Artık
gece ve deniz, tüm kumsalı ele geçirmişti.
Attığımız
her adımda ayağımızın bir taş üzerinde kalması için uğraşıyorduk.
Yanlış
atılan her adımda ıslak kumlar bizi bileklerimizden kavrıyor
Ayaklarımız
dalgalarla sevişerek denize doğru gömülüyorlardı.
Yamacı
tırmanmaya başladığımızda kuvvetli bir rüzgarla karşılaştık denizden esen.
Ayakta
durmaya zorlanırken o sarp tepeyi geri tırmanıyorduk.
Kimi
zaman güçsüz bir dal, kimi zaman taşlar ve ağaçlar
Ve hep
ama hep, daha dolun olmamış ayın ışığı yardımcı oluyordu yolumuza.
Biz,
periler, cinler, büyücüler,
Karman
çorman kumaşlardan bin bir paçavra üzerimizde,
Tek bir
ateşin sıcaklığı/bin bir güzelliğin göz alıcılığıyla
Her
nefes ve her soluk
Aşktan,
zevkten, mutluluktan, memnun,
Gönlümüz
ve beynimiz bir olmuş halde ulaştık inimize.
Bunca
iyi niyet yüklü, en büyük, tek umudumuzun;
Bir gün
evimize geri dönmenin
Bir
hiçlikle sonuçlanamayacak kadar
İçten ve
masum olduğunu tekrarladık birbirimize.